Yüzü kapalı halleriyle bir kadının kadın olması hasebiyle en fazla olan bir kadın.
Ardını dönmüş Sessiz Sedasız.
Kendinden alınanlara isyanda.
Dışında Yalan kahkahalardan bir suret, İçinde aşktan kan ağlayan bir Velet…
Çok Garip işte ya…
Çok Seversin Bir Yaratılmışı. O Kendini senden alır. Öyle Böyle en nihayetinde, çünkü çok sevmişsindir. Ve O bunu Çok iyi bilmektedir.
Çok seversin Birini O gitmiş olsa bile hep Onu beklersin Yine sadece Onu istersin O seni kimsesiz bırakmış olsa bile. Her duana ortak eder. Her hayrın vesilesi farz edersin. O bütün kainat seni bırakacak derken Kainatı haklı çıkaran olsa bile Sen yine Onu seversin. Ve ne olursa olsun yine de seversin.
Çok seversin birini çoktur her şey çok fazla.
Çok seversin birini O kadar seversin ki İsyan edemezsin Seni Kolsuz Kanatsız bıraktığına. Sesin diline düşmeyi bilmez içinde düğümlenirsinde ses etmeyi beceremezsin.
Çok gariptir bu dünya gerçekten sevmemelisin. Gerçekten seversen eğer herkesten farklıdır bu dünya…
Çok Gariptir Bu dünya…
Sevmemelisin. Düşmemeli bir ceylanın gözleri kendinden kaçak gözlerinin içine. Bakmamalı sana. Bakmamalısın O’na Unutursun uyumayı, Konuşmayı Gülmeyi ne ki ağlaya ağlaya ağlamayı da unutursun zamanı geldiğinde. Gözlerin kurur adım adım ruhun eşlik eder hakeza. Kurak topraklardır bastığın zemin.
Asla kavuşamayacağım Sana. Hiç gelmeyeceksin Bana. Hiç gelemeyeceğim Sana. Yandım Bittim İçim Kan Revan. Köz Kül Kalmadı bağrımda Sonsuz Bir Hüsran…
Haftada Bir Kimsesini Özlem krizlerinde…
Haftaya Buluşmak temennisiyle
Selametle…
Ali 2o1o
Taşıyorken...
Koraline in Wonderland : Hay Allah sadece bu muydu Aslında oldukça kırgın buruk girdiğim sinema salonunda Alice in wonderland'i izlemeye koyuldum. Asıl birlikte izlemem gerekenin yanımdaki kocaman boşluğu ile birlikte. Tim Burton'ı takip edenleriniz varsa bilirsiniz adamın Rüya çizdiği esnada aslında Kabus tohumlarını ortalığa savurduğunu. Ama Alice in Wonderland öylemiydi asla değil. O kadar da beklenti ile gitmişim ki. Hepsi boşa çıktı resmen. Bu kadar güzel malzeme hele bu kadar deli bir adamın elinde harika harmanlanır diye düşünürken kocaman bir düş kırıklığı idi. Alelacele bağlanmış finali, Aşırı derecede çocuksu dokusu. Hikayenin özütünün üstten anlatılması, Filmdeki, Alis’in ruhsuzluğu donukluğu, her şeyi ile bayağı bir film olmuş olmadı.
Koraline ve gizli dünyadan bahsedeyim imkan ve şartların olgun olduğu arada bu hafta izledim. Neil Gaiman'ın mükemmel romanı Laika presents tarafından animasyon olarak sinemaya uyarlanmış çok da güzel olmuş. Zaten roman harika, düş, hayal, fantezi aleminin tepelerindeki adam Neil Gaiman'ın elinden çıkmış. Filmin uyarlaması da kaliteliydi. Romandaki hissi yaşadım desem yeridir. Bir çocuk için eşsiz bir hayal alemi olan gizli dünya bir yetişkinin boğazını sıkacak raddede gerilim dolu. Düğmelerle dolu bir dünya aslında bütün hikaye dejavu yaşatmış bir kara kediden ibaret. Bir bez bebek vardı ki tırnak yedirtir. Edinebilirseniz izleyin derim. Hatta kitabını okumanızda da ekstra kallavi fayda var.
Neil Gaiman Yazmışken Sandman'in babasının son romanı Mezarlık kitabı'nı okumak için fırsat kolluyorum desem yeridir. Hiçbir fantezi yazarından Neil Gaiman’dan aldığım eşsiz tadı okuyamıyorum. Hele bir Sandman serisi var ki bilen bilir. Ancak deli bir adam bu kadar iyi bir mizansen oluşturmaya yetkin olabilir.
Facebook çok garip bir alem az kaldı yakında otomatik sistemle Doğum günü kutlama sistemi de olur. Hazır kalıp bir yazı ile listenizdeki bütün arkadaşlarınızın gönlünü alabilirsiniz. Bilmem ne kadar var olmaması gereken bir ilişkiler sisteminin hakim olduğu dünyada yaşadığımızın farkında mısınız. Hele çok sinir oluyorum her şeylerini facebook gibi sosyal paylaşım ağlarında paylaşanlara. Sinir oluyorum da ben de hala Facebook kullanıyorum.
İki şarkı paylaşayım istedim Biri İnce Sazın eşsiz solisti Hemşehrim. Kadife sesli Melihat Gülses. Handan ablam paylaşmış araklayayım. Blog radyosu bozukmuş Portishead - Magic Doors Çalmıyormuş sayfanın diplerindeymiş Napalım biz de en tepeye aldık.
Kainatta gerçekten birbirini seven bir çiftin birbirine seni seviyorum demesi, Zannımca kainatta bir şeylerin yer değiştirmesi. İçerde bir şeylerin titreşmesi. Zamanın dişlilerinin bir süreliğine tersine ilerlemesi. Dünyanın döndüğü tarafın istikametin tersine dönmeyi istemesi, Mukabil Yaradan’ın yarattıklarına şefkatinin O’nun isteğinin önüne geçmesi, set çekmesi.
Seni yazayım da nasıl yazayım. Alnına düşen perçemlerini, o perçemlerin her alına düştüğünde içime bir hançerin saplandığını, yetmeyip göğsümdeki hançerin depreştirilmesinden ibaret oluşunu.
Boynunun sadece bana ait taraflarını. Sarılırken ruhumun dolanıp ta gözlerimi kapadığını, boynumun ve dahi ruhumun senden taraf yanlarını, Güneşe bakışını, Allah’a Şükredişini, konu ben iken sesinin titreyişini, konu sen iken içimin yerinde duramayışını, kalbime konan bin bir ahenk rengarenk kuşları, lalelerin vakitsiz açışlarını, bir şehrin kalbi kırık hallerini, Bir vapurda elimdeki simiti paylaştığım martıyı. Mutluluğu mu yazmalıyım en fazla sen gelince. Senin bana fazla geldiğin vakitlerimi yazmalıyım. Kör gecenin sabahını bekleyen benden mi dem vursam, Senin taşacak derecede kocamanlığını mı dile beyan getirsem. Sırra ortak etmemeliyim dilimi kelamımı, sen dememeli dilim içim zaten sen diye zikir halindeyken.
En fazla konuştuğunu sevdiğimi mi yazmalıyım. Yoksa aslen hiçbir şeyin bunca anlamlı olmadığı susuşlarını mı dile getireyim. Seni Onaylıyorum. Bir erkeğe yakışacak derecede bir aşk’la onanıyorsun bir ben tarafından. Güzellik söylenmeli dile getirilmeli, Onaylamalıyım. Koca kainatta hiçbir erkeğin hiçbir kadını bu denli sevmediği vasfiyetle senin yokluğunun oluşturduğu Varlığını Onaylıyorum. Zannımca bu üç günlük dünya yolunda bir hak yazılmışsa alnına yazılan hakkın aşk kısmında ben varım. Bir hakkın varsa o hakkın aşk payendesini zapteden ben olmaktayım.
Nasıl söz nice bir kelam eyleyeyim. Hangi kelimeyi hangi kelimenin arkasına bağlayıp Ne kadar bir Cümle kurayım seni anlatmak için.
Hey Hat Kuyu derin mi derin Ya Hak Bana da bir Kapı bana da bir pencere Yusuf'u nasıl sardıysa Kuyu. Nasıl bir cennet bahçesine döndüyse O Kuyu. Nuhu Nasıl boğmadıysa o fırtına. Eyyüb'e Nasıl Sabır İhsan ettiysen Bedenini kapladığında böcekler, Karıncalar Süleyman hakkında konuşurken neydi ise Süleyman'ın zihnindeki. Bana da Ya Hak Bana da Tahammül Tahayyülü Nasip Eyle.. İsa'yı Nasıl yıktıysa en yakınında ki. İkra Lafzında Muhammed Nasıl titrediyse, O titremeye.Nasıl tahakküm getirdiyse Bana da Ya Hak bana da SABIR nasip Vaveyla İhsan eyle. Ben kim ki bu isimler arasında anılacak bir isim. Ama Ya Rab Bende kulum nihayetinde Kapındayım Beklemekteyim. Bana da Hayır Kapılarını nasip eyle ...
Bakma Leyla Ben Esma Yolunda. Sen uğruna Mecnun olmuşum Ne yazar. Ne ki Mecnun olmak yeter mi ki sen uğruna?
Bakma Leyla Ben Sen yolunda Esma yolculuğunda Seni Yaradan’a Aşık. İçime bu aşkı salana sevdalı …
Bu Alem de varsa bir mucize Aşktır…
Taşıyorken Yazmak gerekti...
Haftada Bir Nevrotik krizlerle rutin rotasında devam etmekte…
Selametle…
Ali 2o1o
Üzülme
Üzülme!
Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.
Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.
Üzülme!
Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek ki...
Üzülme!
Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki... Gözden çıkarmamış olmalı seni.
Üzülme!
Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan. Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor demektir.
Üzülme!
Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki... Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.
Üzülme!
Seni bir "İşiten" var. Seni senin kendini bile sevmenden önce O sevdi seni. Senin kendini bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak istiyor.
Üzülme!
Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey bile değildin? Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara yazmadığı o günlerde, senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı. Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla unutmadı.
Üzülme!
O'nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı. Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan gözleri yaşlar içinde baktı. Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: "Lâ tahzen, innAllahe meânâ."
Üzülme!
Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine getirmek istiyor seni Sevgili. "Rabbin sana küsmedi ki..." Gözlerinin içine içine bak sevdiklerinin. "Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki..."
Senai Demirci
Ömrü boyunca hiç üzülmemesini istediğim biri için geldi bu haftaki yazımız hem bu alıntı hem papatyalar O'nun için gelsin. Sadece
Bu hafta yine bir alıntı yazı ile devam ediyoruz. Senai Demirci'nin çok sevdiğim yazısı aynı zamanda çok sevdiğim birinin önerisi ile.
Bu haftanın şarkısı Yeşim Salkım'dan Gelsin Son bir sigara içelim Öyle git gideceksen...
Çok eski bir hatırlayış. Aslında asla unutmayış...
Haftada Bir Haftaya Kısmet'se Tekrar Burada
Selametle
Ali 2o1o
Ah-Tamara...
Bahar Geldi...
Ah-Tamara'dan Çaldıklarım...
Haftada Bir Haftaya Tekrar Burada...
Serserinin deyimiyle Selametle...
Ali 2o1o
AforizMasal’a Adım adım…
Hayal alemi asıl yaşadığım. Hayallerle ölmek Hayallerle dirilmek ama asla Hayalleri öldürememek…
Bir sesin bir gölün dibine düşmesi. Bir çift gözün bir kırık kalbe dokunması…
Hala çok güzel onca şey yokken yitikliklerdeyken Hayal kurmak.
Yıllar önceki arkadaşım evlenmiş dizlerine yetişmiş boyda henüz 7 yaşında da bir oğlu var. Vay be yaşlanıyoruz…
Bazen yasaklara çok kızıyorum. Bazen ise neden bu kadar az yasak var diye kızıp sinirleniyorum.
İnsanoğlu bir garip alem. Koca güruh sürü psikolojisinin sınırını asla aşmıyor şaşırtıcı…
Hakikatin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok…
Alice in Loserland…
Dinle Ney^den Yüzlerce yıl önce nasıl şikayet ediyorsa ayrılıkları. Bir gözden mahrum, bir dünyadan yoksun olmayı. Bugün aynı şikayetini dile getiriyor. Yüzlerce yıl öncesine bağdaş kurmuş şekilde…
Bir kargo aldım bu hafta içinde bir anne şefkati bir sevgilinin gülücüğü, yüzyıllık özlemin hasreti. Ne bulunmuşsa konulmuş. Teşekkür ederim tesellimdir. Teselliler Kitabı. Yazın dünyanın en güzel yazısı yazmışsın yazılacak olanı…
Bahar geldi. Şiddetli başağrıları...
Haftada Bir Haftaya İnşaAllah tekrar burada…
Aliş’in deyimiyle
Selametle…
Mart 2o1o
Kaç gündür Şükürlerin Şükrünü ediyorum. Ama asla yetemiyor. Yetmiyorum. Yettim inancına kanaat getiremiyorum. Bu sabah yine sırf şükrüne uyandım Ey beni Yaradan. Benim bu dünyada olmamı isteyen. Herhangi hiçbirşey iken bana beden kıyafetini giydiren. Hayatı bana layık gören. Soyunuyorum gaflet bahçelerinin uyku ikliminden. Çok şükür ki ismin çağlar çağlar aşıp yedi kat arzı dolaşıp benim kulaklarıma dokunuyor. Uyanıyorsam İsminden.
Gecenin isli perdesinin altına gizlenip te benden ayrılmış ruhumun üzerine bulaşmış gri ve siyah tondaki tüm renkleri tek tek atıyorum. Miskinlik adlı hayal aleminden gerçek adlı ritüelin hayalmiş gibi duran ama en gerçek diyarların yolculuğuna çıkıyorum. Ben beni en fazla senin huzuruna durduğumda buluyorum. Rengarenk oluyorum adım adım. Beni asla yalnız bırakmayan beni huzuruna çağırıyor. Hiçbirşeye böylesine koşar adım gitmiyorum. Ses ki o ses Bir arguvan bir lalezar. Ah ki eyvah ah ki ahuzar. Hem renk hem koku mahiyetinde. Hissediyorum içimi nasıl kanatlandırdığını uzanırsam dokunacakmışım gibi.
Ses koca dünyayı turluyor. Ses beynimde yankılanıyor. Kalbim kapakçıklarının ardında her kapakçığın birbirine vuruşunda tekrar tekrar can buluyor kan pompalıyor cismani bedenime. Aynı ses içten dışa dıştan içe yankı yapıyor. Kulaklarım değil duymama sebebiyet, olsa olsa göğüs kafesime dolaşıyor da ben nefes diye içime çekiyorum o sesi. Ve ben ilerliyorum manevi iklimin huşu bekçiliğine. Beklemenin en güzeli o kapıda durmak. Ancak o kapıdan temmenidar kalmak. Az da olsa nasiplenmeye belki. O sonsuz dergaha böylesi bir günahkarın kabul edilmesini umut eylemek.
Ağzımı açsam belki ışıklarım yayılacak ayak basılan bütün topraklara. Ne ağzımı nede gözlerimi açabiliyorum. Ve ben bunu yazmaya cesaret edemiyorum.
Sabah namazının abdest halinde. Aklım kaçacak yer arıyor. Zihnim öylesi bir bulanıklıktaki kör olmaya meyilli. Ruhum hadi çek git aradan diyor. Aklım bulanık ama kör ve gitmeye meyilli. Göğsüme sığmıyor hissiyat aleminin sonsuz şehirlerindeki kalbim. Sığdıramıyorum içime bu sevgi fazla bilmekteyim. Bu sevgiyi sevmeye kanaat getiremiyorum yine en fazla yoksun olduğum şey bu adını koyamadığım sevgi oluyor. Sadece düşmeden düşürmeden yazmam gereken gerçek aşkı yazarken korkuyorum. Yazmaya yelteniyor ama gel gör ki Yazmaya da yetemiyorum. Şahit ki şahitlik yapıp şehadet getirebilecek herşey, bedenime düşen o su damlası ile mahşer kalabalığının ortasında yapayalnız kalıyorum. Başımın ağrısına şükür dişime dilime her zerreme şükür. Öylesine beklenmedik anda öylesine umut dağlarımın iplerinin koptuğu bir anda. Öyle bir hikaye duydumki şükretmemek umut etmemek elde değil ayakta değil hele benimle hiç değil. Şükür…
Veterinerlik fakültesinde okuyan bir arkadaşım var karşılaştık birkaç muhabbet salaş bir kahve de bir iki çay ve ardından abi başımdan garip bir olay geçti anlatayım dedi ;
- Bugün bize ötanazi için bir inek göndermişlerdi. Hayvanın arka ayakları tamamen felçli denmişti. Hoca da ilacı verelim öldürelim dedi. Ama ben hocam fırsat bu fırsat Hayvanın üzerinde birkaç ameliyat uygulaması yapalım dedim kısırlaştırma gibi işlemler bilirsin. Evet dedim hikayeyi merakla dinliyorum.
Hocamız kabul etti bende arka ayaklarından birine anestezi için enjektörü sapladığımda hayvan tepki verdi. Aynı zamanda bu olaya o ateist hocamız da şahit oluyor. Dur dur dedi evladım bu felç değil en azından kurtulabilme umudu yüksek. Ve biz normalde ötanazi için gelen hayvanları hemen ilaçlayarak öldürüyoruz bekletmeyiz dedi.
- Ve şimdi O hayvanı tedaviye aldık iyileşme gösteriyor…
Yücesin yücelerden yücesin. Yüce öyle bir kelime ki Yüceliğini ifade edemeyecek kadar aciz. Yücesin Allah’ım. Büyüksün Ey Rabbim ben ki ismini andığımda Büyüklüğünden korkup titreyen. Büyüklük vasfını doldurmaya yetemeyecek bir kelime işte büyük…
Ağızsız dilsiz hayvana yaşamını ikinci kez bağışlayan. Ağzı olanlara ağızsız bir varlığa nasıl hayat kapısını açtığını gösteren. Kapındayım dilim damağım tutuk dilenirsem RABBİM’den dilenirim… Sessiz sedasız dileniyorum kimseden isteyemeyeceklerimi. Kimsenin yüzüne dillendiremeyeceklerimi…
Haftada Bir Bin Şükür ile devam etmekte…
Selametle
Ali 2o1o
YUSUF’UN DUASI: RABBİM BANA İSTEMEMEYİ İSTEYEBİLMEYİ NASİB ET
Züleyha, gecesinin güzelliğini sererken Yusuf’un gözlerinin önüne, Yusuf da insandı. istek, insanın zaafıydı. Ama: Rabbim, bana istememeyi isteyebilmeyi nasib et.
Her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiği mevsimde, her şeyin kalpteki rengine göre isim aldığı yerde Yusuf bu duasındaydı. Ve Yusuf biraz da bu dua ile, bu duayı edebilmiş olma yürekliliğiyle peygamberdi: Rabbim, bana istememeyi isteyebilmeyi nasib et.
Değil mi ki ilk bakışta Züleyha Yusuf’a ötelerden gelen bir ses, bir cennet çiçeği gibi, susuzluğunun farkında bile olmayan çöl toprağına inen bir yağmur defteri.
Züleyha sılaya davet, ilk bakışta.
Çünkü nefis sonsuzluğu vaad ederek yanıltıyor,
Şeytan; hayrı hayr, şerri şer göremeyeni, eşyanın hakikatine inemeyeni,
ilk bakışta mavera
ile kandırıyor.
Vaad: Ezel sevinci, ebed muştusu,
vera, ilk bakışta.
Züleyha: Ezel, ebed, mavera, ilk bakışta.
Yasak bahçe, memnu meyve, zehirli sarmaşık aşeka: Züleyha son bakışta.
Üstelik Züleyha isteyici
Üstelik “Rabbinden bir işaret görmeseydi Yusuf da onu isteyecekti”.
Yusuf’un içinde işaretin gerçekleştirici gücü, Yusuf içinde istememeyi isteyebileceği işareti gördü.
Yüzünü gök katlarına çevirdi de, Rabbim, dedi, kuyunun karanlığında beni yalnız bırakmayan,
karanlığın ve derinliğin korkusunu bir anda aydınlığa, ümitsizliğimi bir anda muştuya çeviren o zaman,
hâlâ koruman altında değil miyim,
suç mu yazdın yoksa alnımdaki yazıya?
Bütün insanlarla birlikte benim de içimde taşıdığım, gizli ya da aşikar olan o meyil,
şimdi daha derin bir kuyuda değil miyim,
ki insan değil miyim?
Sen tutmazsan elimden şüphesiz meyledenlerden olurum.
Düştüğüm kuyudan daha derin ve karanlık bir kuyu değil mi güzeller güzeli Züleyha? Tut elimden yoksa boş yere mi göründü o rüya bana?
Rabbim, dedi, Yusuf, sen bana, kendi isteğimin dışında şu iklimde ve şu odada bulunduğum şu anda, Züleyha’yı istememeyi isteyebilmeyi nasib et. Katından bir esirgeme ver. Değil mi ki isteğe yaklaşınca, istememeyi istemek artık imkansızlaşır. Bu yüzden değil mi Rabbim, senden gelen yasaklar “yapma” ile değil “yaklaşma” emri ile başlar. Yaklaşırsam eğer şu içimdeki doğal olan akışla Züleyha’nın ırmağına, yaklaştıktan sonra “yapmam” diyemem. Üstelik yaklaşırsam eğer yapmamayı da artık dua edemem. Daha kolay olan “yapma” değil “yaklaşma”.
Öyleyse aslolan: “Yaklaşma”. Öyleyse Rabbim, insan yaratılmışlığımın sorumluluğuyla en fazla baş başa kaldığım şu anda, şu odada, sen bana istememeyi isteyebilmeyi nasib et. Beni, insan yaratılmışlığımın en doğal akışını kendine ait olmayandan sakındıracak güçle insan et.
Rabbim, diye, devam etti Yusuf duasına. istemeyi istemek kadar, istememeyi istemek de zor. Biliyorum ki katından bir koruma dökülmezse varlığıma, nefsimin altından kalkamam. Son hızla aşağı doğru ilerleyen bir teknenin içinde yukarı doğru koşarak Bahr-i Umman’ı aşamam. Benim tedbirim senin takdirinden küçüktür.
Böyle dua edince Yusuf, ona Rabbinden bir işaret geldi. Her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiği mevsimde, her şeyin kalpteki rengine göre isim aldığı yerde. Masun ve masum olan Yusuf bu duayı etmiş olabilme yürekliliğiyle peygamberdi. Ve o iffet demekti.
Yûsuf İle Züleyha, Timaş yayınları, İstanbul, 2000, s. 107 - 109
Haftada Bir yoluna bir alıntıyla devam ediyor uzun süredir dem vuruyor ama yazamıyordum nasip bugüne imiş.. Hem Şu sıralar insanların deliler gibi herşeylerini paylaştıkları Facebook'ta da pek pek söyleniyor pek konuşuluyor bu edep kavramına. Bir de çok sevdiğim Hayatımda eşsiz yeri olan yazarlardan biri olan Nazan Bekiroğlu'nun Yusuf İle Züleyha adlı kitabından okuyun istedim...
Son sözümüz kendi Özümüz bir türkümüz Olsun nette bulup pekala dinleyebilirsiniz. Devrim Gürenç söylüyor. Sanki o ayrılığın içinde onu yaşıyormuş gibi titrek bir sesle... Bayramdan Bayrama...
Haftada Bir Haftaya Yine Burada...
Selametle...
Ali 2o1o
Aslında bir gecikmişlik hali yok bilirsiniz Haftada Bir haftada sadece bir kez yazılıyor. Muhtelif sık sık değişen günler de ne var ki bu hafta ne klavye beni sevdi ne ben elime kalemi aldım. Anlamadığım bilmediğim bir ruh haleti içinde bekledim sadece bekledim. Bazen neyi beklediğini beklersin. Bıkmadan beklersin sık sık, Bazen o Yarin kapısında beklersin ışığını söndürsün diye, artık hiçbir şekilde sana ait olmasa da beklersin o kapıda belki ışığını söndürür umuduyla Yarim dediğin ve yüzüne asla söyleyemediklerinin sahibinin kapısında. Bazen belki bir evlat beklersin sıcak eli yılların görmüş olduğu elin içinde erisin de yılların eskittiği eli eritsin diye. Beklersin işte bazen bilmeden. Yazacağımı biliyordum tam yazılması gereken zaman zarfı içinde yazacağımı biliyordum. Nihayet başladım yazmaya ve siz yarın okuyacaksınız. Bunu seviyorum beğenilmek kaygısı yok ya da belli bir zaman kalıbına kendimce sıkıştırılma halim yok benim dünyam işte ben yazıyorum istediğim zaman yazıyorum. Ne fazla ne de eksik yazıyorum. Sadece yazdıklarıma inanıyorum. En azından yazabiliyorum. Yazdıklarımı beğenmek değil bu aksine beğenilme kaygısı duymadan kendince beğenerek yazma hali bu. Bu arada kendimi beğenmek ne haddine Ene demek yakışır mı hiç dilime Koca Yaradan bile kendi Kelamında Biz diye bahsetmişken Kendinden, Ben var mıyım ki?
Haftada Bir Onca yazılacağa rağmen susarak gecikerek en azından Haftada Bir olarak yoluna devam ediyor.
Haftaya Görüşmek Üzere…
Selametle
Ali 2o1o
O Kadar güzel yazmak istiyorum ki okuyanın içine hançer gibi saplanmalı o kelimeler. Çok güzel tarif etmeliyim. Asla dolduramamalı güzel adlı kelime yazacaklarımın ardını. Önüne ya da arkasına kifayet ekletilmemeli. Herhangi bir tabir O’nu tasvir ederken ki güzelliği açıklayamamalı. Açıklanamaz olmalı eşsiz güzelin tabirinin bile eşsiz güzelliği.
Cennetten kovulan ilk insanın bir hatırlayış hali ile tek seferde nüksedip dudaklarına yansıttığı bir isim düşünün. O isim sayesinde yeniden cennete kabul edilen bir cennet sürgünü düşünün. Yusuf’u zındana attıran bir isim olsun ve Yusuf’u sınavların sınavından alıp Mısr’a emir Yapan o İsim olsun. Vahşi’ye bir değil bin ah çektiren Ah ki eyvah dedirten bir isim düşünün. Dervişe yemeyi içmeyi unutturan. İçeriden haykırırken dışarıdan suskunluğa mahkum kılan bir isim olsun. O İsme sahip Olanın edebi ile dünya intizam ve nizamını yitirmesin. Öyle isim ki. Nur’u Ay Nur’u Gül. Can-u Canan. İsmi Azam. Ahmet. Muhammed. Hazreti Muhammed. Hazretin bir ismin başına en güzel yakıştığı hal. Birlikte anıldığı için mutlu olma halinin hali işte Hazret adlı kelimenin durumu bu. Gül vermek istiyorum bütün dünyaya. Kutlu Doğum HAFTASI….
Burası benim ülkem. Her ne kadar bana dair her şeyi benden almış olsa da benim ülkem burası. Kopamıyorum küsüp ayrılamıyorum bu ülkeden. Benim ülkem burası benimle dertleşen beni yalnız hissettiren, yine aynı çeviklikle aynı zamanın aynı dilimi içinde beni dünyanın en kalabalık insanı zannettiren. Sadece benim ülkem gördü gözlerimin içindeki yeşili. Yalnızca benim ülkem baktı gözlerimin içinden ruhuma. Ben sadece bu ülkeye gösterdim yeşil kapılarımın ardındaki sonsuz mor diyarları. Ben adlı mahremiyetimi.
Milyonlarca partikül birbirinden ayrılıyor her sabah bu ülkede belki hüzünlü belki sevinç dolu. Ve her akşam bir araya geliyor benim ülkemde. Belki ayrı, belki bir arada. Burası benim ülkem. Benim ülkem ayırıyor benim ülkem birleştiriyor. Bu ülkede üzülmek yok dünyanın en büyük trajedisini yaşıyor olsanız bile herhangi bir maruzatı yok, çünkü kaldırmışlar üzüntü denilen ikiyüzlü riyakar kelime örtüsünü. Bu ülkeyi kuranlar üzülmeyi yasaklamışlar. Mutsuzlukta yok bu ülkede. Ama olmayan mutsuzluktan, yoksun olan üzüntüden hatta belki kendine gizlediği sevincinden daha büyük hüzün var bu ülkede. Kabullenilmiş hüzün. Sessiz hüzün. Adı gibi samimi hüzün. Kendine kaldığında hissedebildiğin şey adı hüzün olan şey sadece hüzün. Hüznün damarlarıyla da uğraşmışlar bu ülkeyi kuranlar. Ama şunu anlamışlar ki. Bu ülkenin alnına yazılmış hüzün. Ve yeter ki alnına yazılsaymış yaşanmaya mahkum olan şey. Sökülmüyormuş yüzyıllar boyunca. Kocaman bir hazan var bu ülkede. Kendi yaralayan ama o yaraya merhemi sadece kendinde olan bir ülke burası.
Ben bu topraklara bağlanmışım bu topraklar bana kök salmış. Cihangir den o tepeden salıyorum ruhumu bedenimi kendimi. Kendimle ilgili en düşünülecek şey var aklımda en beni düşünüyorum. Hatta burada benim ülkem de birçok zaman beynim varlığı ile ilgili geçerliliğini yitiriyor. Kalbim tedavülde oluyor. Bu kadar basit açıklayamıyorum ama aklım değil kalbim hükmediyor bana ve sadece benim ülkemde bu iki garip organ birbirinden ayrılmayı bu kadar sorgusuz başarabiliyor. Ben benim ülkemdeyken duygumun önüne mantığımı geçiremiyorum. Bundan dolayı seviyorum belki de bu ülkeyi.
Binlerce bahanem var aslında sevmeye bu ülkeyi. Seviyorum ben benim ülkemi. Bu kadar bonkör harcamamalıyım bu sevmek sözcüğünü ama el verip tutamıyorum taşıyor içimdekiler. Hangi durak bu kadar büyük bir mutluluk, hangi zaman bu kadar durdum ve bu kadar kendimde döndüm. Ah Pierre Loti. İçimde o kadar büyük bir savaş var ki bilsen nasılda yorgunum ben bedenimden. Sana dayadığım avuç içimden anla. Sana bulaştırsın toprağına anlatsın hikayemi. Oku beni okuyabilirsin bilmekteyim. Bu yorguna ninni söyle ağızsız dilsiz tepe. Yapayalnızım bu ülkede gözlerim yeşil ve bu ülkenin adı nakış nakış işlenmiş yüreğime İstanbul Benim Ülkem. Sana yazıyorum bu yazıyı İstanbul. Ve sen Ruhunla dinliyorsun. Bunu hissediyorum.
Bu hafta kapanış müziğimiz yok. Benim ülkemi dinleyin, milyonlarca kalbin o ruhun canlanması için nasıl bir ritmik tempoda çarptığını duyacaksınız. Mükemmel evet evet tek kelimeyle eşsiz. Sessizlik ülkemin katıksız sessizliği seni de çok seviyorum. Benim Ülkem
İstanbul…
Haftada Bir Serüvenine devam ediyor.
Haftaya Görüşmek üzere
Selametle…
Ali 2o1o
James Blund söylüyor sırf benim değil duvarında Nazende’nin asılı olduğu kalp kırıklıklarımla dolu odamın da ruhuna işliyor. kelimeleri renkli bir şiir gibi Goodbye My Lover. Birkaç gündür tepemde dolaşan ilham perimi incitmeden yakalamayı nihayet başardım. Kendisi Güz yapraklarından oluşmuş kanatlara sahip dolayısıyla yakalamak canını yakmadan onunla olmak çok zor. Ve ben Onun için sabrediyorum. Genelde Perşembeyi Cuma ya bağlayan geceleri odama misafir oluyor. Ranzanın köşesine oturuyorum ayaklarıma bakıyorum her zaman olduğu gibi yüzüne bakmaya çekiniyorum. Ve anlatmasını bekliyorum tek tük birkaç kelime sarf ediyor işte olduğu kadar.
Düşlerimi düşüreyim gözlerinizin önüne sizler düşlerimi okuyun. Şu sıralar muzdarip olduğum o kadar enteresan bir şey var ki eskiden o çok renkli oyun şimdilerde çok ciddi sıkıntılar yaratıyor desem yeridir. Evet şu sıralar artan baş ağrılarımın eşliğinde zihinsel başıboşluk yaşıyorum. Anlatılamaz bir grilikte yok oluyor partiküllerim sonra rengarenk dağılıyorlar anlamlı anlamsız kabuslar oluyor. Karşımda oturan muhatabım olan kişiyi dinliyorum her şey yolunda gibi bir şeyler anlatıyor. Oradan bu parayı almalıyız. Hesaplara dikkat etmeliyiz. Karşımdakinin dediklerini tekrarlıyorum ama bu kelimelerin anlamını bilmiyorum çok basit olağan bu kelimeler beynimde anlamsız bir karmaşaya neden oluyor. Sanki adım adım kumun içine gömülüyor gibiyim boğuluyor gibiyim. Kumun içinde kuru kuru ölüyorum. Gece hemen uyumadan önce uzandığım yatağın yeniden odamın içinde fırıl fırıl dönmesi de çabası. Yok yok yeniden deliriyorum. Belki de uzun süredir benden ayrılmış aklıma kavuşuyorum.
Sen Zenginiyim şimdi sensizlik dönemlerinde oluşturduğum senlerle dolu her tarafım Facebook ta bir grup var oldukça beğeniyorum paylaşımlarını. İnsan İnandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar yapabilir diye bir göz atın derim.
Bu hafta hafta içinde bir anı dinledim senden ilk kez duymuştum ama yabancı değildim kelimelerine. Garip ki bu gece hissettim, yastığımdan sen kokusu geliyordu ruhuma dolanıyordu. Evet evet mükemmel bir hatırlayış eşsiz bir biliş hali sen kokuyordu yastığım. Ve ben senin kokunu sana yazmıştım.
Bir ayağı olmayan bir karınca varmış aşk ile yola çıkmış. Yare, dosta ulaşmak için, yolda gören karıncalar sen ne yapıyorsun bu tek ayağınla ulaşabilir misin demişler. O da aşk gibi bir cevap vermiş ulaşamasam da Yolunda ölürüm...
Ah o sokağın kulağı olsaydı da ayaklarımın yalvarışlarını duysaydı. Ne olurdu dönüp sarılabilseydim sana. Boynunda ağlasaydım.
Aşkın verdiği müzikle başladık aşkın verdiği müzikle bitirelim aynı gecede belki de yüz kez tekrarladı kendini Can Atilla – Aşk’ı Hürrem...
Haftaya Görüşmek Üzere..
Ben Hep buradayım...
Selametle...
Ali 2o1o
Ne söyleniyor. Nasıl Söyleniyor...
Nasıl da çarpıyor yüreğim bilsen tutmuyor dizlerim...
Gözlerin çarpar gözlerime Konuşamam...
Bu hafta Uzun süredir yazmadığım Enleri yazayım evet öneriler topluluğu yazıya hoş geldiniz.
Küçük Prens : Yıllar önce her neyse şimdi onca şeyi kaybettikten sonra bile yine aynı tadı aynı gezegende yaşatmayı başarabilen Küçük Prens Antoine de Saint Exupery’nin Mükemmel hayal gücü bütün bir haftada en önemli enimizdi. Hala yetişkin olmayı başaramamaktan, hala rakamlarla konuşamamaktan, hala mor panjurlu evi hayal etmekten, hesapsız bir dünyada hesapsız yaşamaktan kısacası içimdeki onca yıkıntıya rağmen, en zayıf noktam olan çocukluğumun yaşamasından dolayı mutluyum. Söylemeye korktuğum kendi ismini benim dilimde duyduğunda ürküp kaçacağından çekindiğim mutluluğu hissetmek gibisi yok. Küçük Prensin küçük gezegeninde istediğim vakit gün batımını izlemek.
Kafa Dengi : Bu hafta, hafta içinde aynı kanalda iki tane eşsiz yapımda olabileceğini kanıtladı bana 24 Kanalı. Gün içinde haber programları akşamları ise tematik film kuşakları ile oldukça seçkin bir kanal ama bu hafta içinde iki program vardı biri 6 Billion Others ( 6 Milyar Öteki ) ve bu haftaki konusu evrensel dillerden biri olan sevgi yakın zamanda vizyona girecek olan bir film de var bununla ilgili Başka Dilde Aşk diye. Belgesel izlenmeye değer olmuş tek kelimeyle. Aynı zamanda Cuma gecesi Kafa dengi adında bir muhabbet programı var ki ancak adı muhabbet ile açıklanabilir hem programın samimiyeti Hem de konukları Sadık Yalsızuçanlar programı çok güzel bir seyirlik haline getirmişti. Hele doğunun isyan halinin Hz. Ali ile eşleştirilmesi ve Zülfikarın Zahir’e Ve Batına bakan yüzlerinin konuşulduğu dakikalar mükemmeldi.
Solmaz Kamuran - Kiraze : Salt Mutsuzluk Kısacası katıksız Mutsuzluk. Yurtlarından çıkarılan bir etnik grup bir dine mensup olan insanlar bir hüzün yıllarca sabredilen zor ömür. Zamanın ve hayatın değişken bazen de kaskatı sabit sırlarıyla dolu tarihi bir roman. Kitabın birçok yerinde boğazınıza tıkanacak nefesiniz. Hele Raşel’in Moşe’ye Kavuştuğu an yok muydu?
Nazan Bekiroğlu – La (Sonsuzluk Hecesi ) : Sonsuzluk Hecesi Yok ile başlıyor ardından İlahe eklenip giden mükemmel bir öykü bir Nazan Bekiroğlu klasiği daha Yazıcının diliyle yazmalı aslında klasik etiketi az kalır açıklamak için. Yazıcı yazmış yine yazacağını. Cennetten kovulan ilk insanı Adem’i tarifsiz güzellik Havva’yı Teslimiyet adlı Habil’i Ateş yığını olan Kabil’i. Kitaplar vardır hani sizi bekleyen işte bu hafta kitaplar vardı beni bekleyen. La, Kiraze, Küçük Prens beni bekliyordu bu hafta.
Salyangoz : Aşk konuşulmadığında ete kemiğe bürünüyor. “Salyangoz” hafta içinde yayınladığım kısa filmden bahsediyorum. Bir kurban bayramında izlemiştim ilk olarak kaç yıl geçti aradan hatırlamıyorum. Çok beğendiğim bir filmdir. Hem kitaplar hem de Aşk var içinde daha ne olsun.
Feyruz : Le Beyrut deyip yak yık. Evet genelde kadın sesi daha bir etkiler beni Anaçlıkların damıdır? Bilmiyorum Ama kadın sesi insan ruhuna daha fazla yaklaşıyormuş gibi geliyor bana daha bir sırlı gizemli işte. Feyruz üç yıl önce durmadan dinlediğim şarkıları ile yeniden misafir oldu enteresan dünyama.
The Four Horseman : Beyaz At, Gri At, Kırmızı At Ve Siyah At Dünya üzerindeki katıksız gerçek bir mitos İronik…
Fondan Çalıyor Azam Ali – I am a Stranger in This World
Haftaya görüşmek üzere.
Ayakları az biraz yere basabilen bir serserinin deyimiyle
Selametle…
Ali 2o1o
Altın kafesine mahkum olmuş bir kuş gibi gördüğüm kabuslar var şu sıralar beynimin gizli dehlizlerinde kalbimin el değmemiş göze bulanmamış kimseye anlatılmamış, kimseciklerin elini dokundurmadığı acılarından sızıyor kederim. Hem ruhum hem bedenim iki gözümün kenarlarından süzülüyor iki ırmak çenemde buluşuyor doymuyorum doyamıyorum ağlamaya.
El ver kurtar beni. Gecenin bir vakti Kar durmak bilmiyor şen şakrak indiriyor melekler her bir tanesini. Aziz Cuma gecesi henüz bugün. Duaya kapaklandı içim yüreğim bu kadar kimsesiz hissetmemiştim nice zamandır. Kaç zamandır. Bastırarak söylüyorum zamanları. Nasıl bir yanılgıymış meğer hayat denilen Garip kuru şey. Yolda başlamadan kaybetmekmiş adı bazıları için hayatın ta kendisi. Ama melekler indiriyor işte bıkmadan usanmadan iki gündür ve şimdi bu gecenin dibinde bu saatler de devam ediyor.
Güle eğlene taşıyıcıları tarafından usul usul bırakılıyor yere eşsiz Mimarın inanılmaz şaheserleri her bir kar tanesi. Yukarıya çıktığınızda Seslerin sahibine Kelamın ezeline ulaştığınızda benim dualarımı da alır mısınız heybenize. Çok ihtiyacım var kimsesizim Ancak O olacaktır yardımcım. Bu dünyadaki hiçbir şey benim değil. Ben hiç kimsenin değilim. Yok herhangi bir el tutacak ısıtacak artık korkmamama sebep olacak. Yok bir göğüs yaslanıp ağlayacağım bir omuz. Hayatta hiç kimseyle ismimin önüne bir bağlaç koyulamıyor bunu öğreniyorum. Ve kader bunu gösteriyor Ayan Beyan.
Hiç kimseyim Hiç kimsem yok benim. Üvey öylesine yapıştırılmış ve idareten yaşanmış bir hayatın üvey taşıyıcısıyım. Kimsesizlerin Kimsesi yalvarıyorum. Ben güzelim güzellerden daha güzelim. İnsanım nihayetinde melek değil fakat yeri geldiğinde meleklerden daha yüksek seviyelerde. Güzelim çünkü Yaradanım sensin her şeyim sensin ve ancak sesimi sen işitebilirsin. İraden cümle iradelerin üzerinde ve ben kendi irademle kapına geldim ancak senden dilenirim. Pencereyi açıyorum soğuk doluyor ciğerlerime yardımcı olun diyorum. Kar yağıyor susuyorum.
Yarım yamalak alelacele içilmiş bir sigaradan sonra henüz başlığını koyamadan yazıyorum. Yazacağım çok iyi biliyorum. Güzel yazacağım ne yazdığımı bilmeden neye yazılacağımı bilemeden. Sesimi kelimelerimi Kainat üzerindeki tüm seslerin Sahibine emanet ediyorum ve öyle yazıyorum. Çünkü açıklanası her sırrın içinde sır var sırrın özünde. Sahih ve kadim her söylenenin ardında. Hakikatin var olduğu Sırlar içinde Artık kelimeleri sırra ortak etmek istemeden o çok güzel yazılacak yerleri sana bırakıyorum al kalemini sen yaz bu satırlara gözleri değen.
Kimim Kimsem yok benim. Hem bilen var mı ki ben kimim?
Bu arada bakıyorum dalya demişiz. Tam 100 olmuş sevgiliye gönderilmemiş mektuplar….
Haftaya Görüşmek temennisiyle
Serserinin Deyimiyle Selametle….
Ali 2o10
Zamanın ardımıza düşüp ardımızı rahatsız ettiği zamanların ucunda bucağında sessiz sedasız yaşıyoruz işte. Haftada Bir - Leyla'ya ağıttır. Küçük bir an küçücük zamanlar diliminde içime doluşmuş bir aşkın sonsuza kadar izdüşümlerini kendimin sanki unutmak isteyip aslında sadece sanmak gibi bir kelimeyle kendi sanrılarıma sığınma halim olup. Unutmanın aksine anımsayacağımı umduğum yazılar birikimi işte.
Yıllar yıllar sonra bir hayatım olduğunda, bir hayatın bana bağlı olduğu civarlarda yeniden açıp okuyacağım bir günce. Yare yazıldığım, yeryüzünden silinip de manevi alem de bütün benliğimle dişimle tırnağımla var olduğum anlar.
Yar'dan habersiz Yar'dan aldığım emanet Yar'e doğru yol almakta. Bu yol ki hasret ateşinde yanmak Gurbet soğuğunda donmaktan daha çetin acılara gebe. Onca özleme hasrete rağmen asla Rahman'a Yar'ı aldığı için isyan etmeden. İsyan da ne kelime imiş. Bu duruma şükretmek kaderini kabullenmek bilinci ve ruh haletiyle. En büyük ayrılığın içinde olsam bile her an her saniye aklımı kemirsin diye Leyla, Aklıma hükmediyorum. Aşkın gelip aklı kovmasını değil. Aklıma doluşan eşsiz hatıraların aşkı bağrına almasını arzuluyorum. İşte o zaman gönüllü alıyor eline bavulunu o akıl, çekip gidiyor. Gerçeğin ne hayalin ne olduğunu kestiremediğim bir geceden bir anı; yanı başımda oturmuş nefesini yokluyorum. Kalbim kalbime değiyor. Ruhumun bu kadar çok kendine kaçamak hali yoktur bilmekteyim. Hala yanı başımda oturmuş. Susuyor aynı yere bakıyoruz. Çok ötelerden bir ses doluşuyor içime aşk aynı yere bakmaktır. Bunu söyledikten sonra o ses selam veriyor ve çekip gidiyor.
Güzel olmak, çirkin olmak, bütün dünyevi kavramlardan arınmak, seni sevmek senden ziyade güzel bulamamak, her tarafı güzel dünyada. Sen varsın ya
sen işte demek sessiz sedasız kendine konuşmak kendinle konuşmak. gözlerdeki yaşın sen olması. Sen olmasan da yaşanılmış her şeyi seninle yaşamak. Sensizken bile sadece sana Yaşamak.
Bir Ana Bir Oğul...
Bütün dünyayı Yedi katı ile sema yedi katı ile yer kabuğu. Milyonlarca çeşidi milyon canlısı cansızı ile donatmadı mı ki sevgisi ile YARATICI. Hu der Yer Hu der gökyüzü içtekiler dıştakiler. Ayrı ayrı ama kendi içinde ve kendi dışında her şey içerde ve tamamen dışarıda…
Hey Hak aşkdan bunca dem vuruyorum ama bilmekteyim her aşk ancak Allah der. Zahıri bütün aşklar kapılarının sonunda ancak Allah'a ulaşmalıdır. Yaradan'a ulaşamayan sevgi Heba olur erir biter. Faniye sevdalanmamalı. Ancak ruhun ölümsüzlüğü asıl ölümsüze aşk ile bağlanmalı ki bu dünya o ruha bir tiyatro sahnesini, Olan olmayan her şeyi bütün ayrıntısıyla gösterebilsin.
Gün gelsin ki Anasından nice zamandır ayrı kalmış bir evladı Hazin bir veda ile evladını bu dünyanın dibine gömmüş kendi hasretiyle yanmış bitmiş bir ana yüreği bağrına alsın. Çok uzakta gurbette olsun her şey. Zaten bütün alem gurbettir hem o anaya hem o evlada. Fakat bütün dünya sıladır. Öylesine kucaklasın ki elsiz ayaksız fakat öylesine sarınsın ki ve öyle bir sarılmışlık hissi olsun ki. Onca zaman hep birbirini arayan Aşık ve Maşukçasına. Tek kelime etmesin artık ne ana ne evlat. Dünya Hem Anaya Hem Evlada Bir seyrü sefer ziyafeti hazırlayıversin. Ve Yer Gök Allah’ı zikretmeye devam etsin.
Aksayan Aksaklığın gerçekleşmesi
Nice zamandır yazıyorum haftada bir aksayacak bazen yayınlanamayacak diye ama en ciddi aksamayı ne yazık ki geçtiğimiz üç hafta içinde yaşadık. Ama şimdilik bunu söyleyebilirim ki kıyıda görünen artık aksamanın olmayacağı. İmkanlar dahilinde haftada bir her hafta yazılmaya yayınlanmaya devam edecek. Eskisi gibi sadece Haftada bir kez.
Haftanın Enleri
Uzun süredir hayatın ne kadar zor olduğundan dem vurmuşum da yazamamışım. Bakıyorum da meğer varmış yazılacaklar. Profesör Suat Yıldırım’a ait Kur-An’ı Kerim Meali Dünyayı anlatan kitap öyle sorularıma öylesine sert çıkmazlarıma cevap buldu ki şaşırdım kaldım. Gerçekten Kur-an’I Kerim her zamana hitap etmekte henüz birkaç ay önce yine okumuştum ama şimdi şunu algılıyorum birkaç ay önceki ben şimdi ki benden farklı bir benmiş. Malumunuz Enler bölümü uzun uzadıya uzardı ama Şimdi bütün dünyadaki en büyük mucizenin ardına başka bir en eklemek makul kaçmaz!
Haftaya Görüşme temennisiyle
Serserinin deyimiyle
Selametle....
Ali 2o1o
Sınırlarla bürüdüğümüz hayatı anlatayım canınızı sıkmalıyım. Sorgulamalara eşlik edin istiyorum karanlık odada elimde sigarayla. Birilerinin sorumluluğu herşeyden önce sırtınızda en büyük kambur. en yorucu görev öyle ki bir savaş alanında sorumluluklarınız için başka başka sorumluluklarınıza karşı göğüs göğüse savaşıyorsunuz. Sorumluluklarınızı ardınıza alarak. Hele ki bu işin görünmeyen sınırları var yaşadığınız sosyalitenin içindeki görünmez duvarlar. Bu duvarlar O kadar yüksek o kadar geçilmez ki hem tepelerini cam parçalarıyla bezemiş onlar görünmez ellerle. asla ötesini göremeyeceğiniz duvarlar bunlar. Yıkıldığında sadece sizin öleceğiniz duvarlar bunlar. Fakat itiraf etmeliyim ki ölüm iyidir. Yeni bir başlangıç yeni bir hayat demek düşünsenize. Yıkamıyorsunuz da zaten kim görebilmiş ki siz göresiniz duvarın ardındaki felaketlerle dolu zannettiğiniz hayatı. Anneniz ne der ya babanız sahip olduğunuzu zannetiğiniz onca insan ne der adlı kement te nicedir boynunuza takılmış.
Bu kez sorulara maruz kalan sizsiniz. Soruyorum. Siz size çizilen yolda mı yürüyorsunuz yoksa gördüğünüz her şey kocaman bir komplo mu. Yani hayatınız sizin mi O yol dediğiniz karmaşa sizin mi siz mi çizdiniz. kimse elinizi tutmadı mı müdahale etmedi mi çizerken. İşin özü olmak istediğiniz kişi misiniz. Yoksa uzaktan yakından alakasız bir kaftanın içine mi gömmüşsünüz kafanızı. İçi sıcakken yanmanın kül olmanın ya da o kaftandan kurtulup donmanın ne anlamı var diyenler den mi siniz. Durup düşünün bir bakın etrafınıza. Şimdi burada olmalı mısınız? Bu siz mi siniz? Sırf siz değil zaten koca alem dürüst değil ki gözlerinizin içine baka baka bunca yalan arasında. neyin yalan neyin doğru olduğunu anlamak çok zor değil mi?
Hem zaten bu da sizin için çok değerli bir çıkış kapısı. Olmasına en ihtiyaç duyduğunuz şey yalanlar. Herkes söylüyor da tuzu biberi olsa gerek koca koca
yalancılığınızın.
Konumuz bu bize ait olmayan olamayan hayatlarımız. Ele geçirmek için nelerden nice değerlerden ödün verdiğimiz ve bizim zannettiğimiz dünyamız. Asla aldatamayacaksınız her gece yanınıza uzanan o adamı/kadını. Kendinizi aldatmanız daha basit hem kolaya doğru eğimli yapınız da bunu istiyor sizden. Kesinlikle o bilmem kaç kez iç geçirdiğiniz bahçenin içinde ne olduğunu öğrenemeyeceksiniz. Çalamayacaksınız tek bir elmayı bile. Ne zaman kendiniz istedi diye aldınız o elbiseyi. Ne zaman bu kadar sevdiğinizi hissettiniz aynaya yansıyan yüzünüzdeki gerçekleri. Tahammül edebiliyormusunuz hala yalan pompalanmış
yüzlerinize. Sonra avunacak ve yine asla inanamayacağınız yalanlar ritüeliniz başlayacak.
Her kaybedilenin, her yapılamayanın ardından.
Kimsenin duymasını istemediğiniz. bu kadar çıplak savunmasız kaldığınız hali afişe etmemek için Yalanlar söyleyeceksiniz kısacası.
Garip ki kendinize sadece. Kaç kez ağlamak istediniz de ağladınız. Ya da en son ne zaman gayri ihtiyari öylesine güldünüz hatırlayanınız var mı?
Aslında bu kadar önemli değil di benim için diye inkar edeceksiniz kendinizi. Gelin görün ki dudaklarınızdan süzülmeyeceğini mi
zannediyorsunuz. O kendini aldatma resminin. Bir gün özgür kalmayacağını mı düşünüyordunuz? Günü geldiğinde kendinizi çekip vurmaya kalkıştığınızda.
Siz sizden hesap sormayacak mı. Yalnız sadece yalnız değil tamamen yalın kaldığınızda sormaz mı size? Bunu neden yapmadın neden yapamadın diye.
Sizden önce sizi öldürmeye teşebbüs etmeyecek mi? Bütün dünya ya dürüst olmuşsun ne yazar sen kendine yalancısın yalanlarla dolusun demez mi
konuşmaz mı ne dersiniz?
Evet evet bu dünyaya gelmeden özgürdük ve dünyaya veda ederken özgür olacağız. Özgürlüğün sınırlarında düşünüyorsunuzdur kendinizce.
hemen aklınıza şu geliyordur. Benim özgürlük sınırım diğer insanların özgürlük sınırına kadar laf salatasıdır bu ağzınızda gevelediğiniz.
teselli kırıntıları işte yine kocaman yalanlarınız. Duyuyor gibiyim.
Soruyorum kime ait hayatınız. Hangi bedel ve ne kadar değeri düşündünüz mü hiç? Korkularımızı en ufakken ki korkularımızı bile aşabildiğimiz.
küçük ama kocaman yüreğimizle yaşadığımız dönemler canlandımı aklınızın karanlık kuytu köşelerinde? Hala korkakmısınız? Korkuyormusunuz? Kendinize
sormaktan ve aslen cevabını bildiğiniz o can yakan cevaplardan? Korkuyormusunuz? Garip insanlar ve garip kurallarına çarpıyorum aklımda dengemde milini
kaybetmiş durumda. Ben o ruh haleti içinde karalıyorum bu yazıları.
2010 için hatta bundan sonraki bütün hayatım için bunu yaşayacağım. Hayatımı çalanların elinden geri alacağım. Kendi hayatımı kuracağım
Yaşayamadıklarımı ardıma gömmeyeceğim aksine Önüme atıp peşine düşeceğim. Yaşamak için mücadelesini vereceğim ne çok şey olduğunu kestirmek
pek de zor olmasa gerek hele benim için. Neyse yıkıyorum bir kaç duvarı. Mizacım değil yıkıntıların ardında da hiçbir insanoğlunu bırakmam
bunu da çok iyi bilmekteyim. Kendim yıkarım. Gerekirse yine kendim ölürüm o yıkıntıların arasında. Ama en azından yaşamak istediğim hayatı yaşama
mücadelesinin mağlubiyet görünen taraflarında galip gelirim.
Yıllar öncesinden bir şarkı gelsin biterken çalsın Emilia - Big big world.
Haftaya görüşmek üzere
Selametle...
Ali 2009
Şu sıralar pek oynayamıyorum. Ama yakın zamanda oldukça dinamik bir şekilde oyun alemine geri dönmeye yeminli ve meyilliyim Vesselam. Zaten her ay her ne olursa olsun Oyungezer desteğiyle kendimi ayakta tutuyorum. Hem neler çıktı böyle. Ne psikopat yapımlar var böyle kapıda Empire Total War'ımı desem her videosuna ağzımın suyunu akıttığım God of war3 ten mi bahsetsem. neyse daha fazla sabırsızlık modunu arttırmayayım. Bu yazımı nice zamandır yazmam gereken birşeyi yazmak için yazıyorum.
Bir önceki cümledeki garip takıntıma aldırmayın ben bile algılayamadım. Shadow Of The Colossus sözünü edeceğim oyun kendisine oyun demeyi kendime yakıştıramıyorum. 2005 Yapımı Playstation 2 platformuna çıkmış bir oyundu benim deyimimle sanal kıyafete bezenmiş dokunulabilir realite. işin özü zaten Ps2 konsoluyla geç tanışmıştım ama O sıralar ki aşırı bonkörlüğüm hemen hemen konsolun tüm oyunlarına sahip olmama sebebiyet verdi. Aralarında bir oyun vardı ki Shadow Of The Colossus. Tek kelimeyle benim gibi yıllardır oyun alemini takip eden biri için harika bir deneyimdi. Shadow Of The Colossus ki türkçesi Colossus ( Eski yunan yapıları ) gölgesi demek. Farklıydı bambaşka bir alem anlatılamaz yaşanır bir senaryoya sahip oyundu. Bir gölge ve ışık oyunu ki kendisi ismine layık bir bakıma. Yolunuzu gösteren bir ışık varki o da dünyanın can damarı olan güneş. Yazımın bundan sonraki kısmı hard gamerlar için bolca spoiler içermektedir uyarmalıyım.Bir de yola çıkmamıza asıl sebep var ki o da Aşk. Gerçek bir aşk var oyunda. Gerçeğe bu kadar yakınlığı böylesine sanal bir ortamda bulmak beni şok etmişti. Oyun atınızın sırtında ölü yatan bir kızı taşıyarak bir tapınağa girişinizle başlıyor. Kızı yatırıyorsunuz o tapınağın içindeki taşın üzerine.
Hikayemiz şöyle;
Lord Emon adlı kötü karakter Onun yani sevdiğiniz kızın ruhunu kılıcına hapsedip tam 16 tane colossusun içine hapsediyor. bu colossuslar bina hayvan karışımı devasa yaratıklar ilk karşılaşmanızda Lan napacağım moduna girmekte serbestsiniz. Siz elinizdeki kılıç ok gibi alet edevatla onların zayıf noktalarına indirdiğiniz darbelerle çalınan ruhu geri almaya çalışıyorsunuz. Her colossusun ölüm anlarına eşlik eden müzikler sahneler içinizi yakıyor. Gerçek aşka en yakın olduğunuz sıradaki, yaratığın ölüme doğru ilerlediğinde ki o ruh gözünüzün önünde beliriveriyor. Ve O ruh kıza taşınmak üzere sizin bedeninize giriyor. Colossusların ölüm sahneleri var ki her birini defalarca izlesem de bıkamayacağım sahneler. O hüzünlü devrilmeleri nasıl da rahatsızlık verici tanık olmalısınız. Zaten oyunun başlar başlamaz sizlere aşıladığı hiçlik hissi işte o sıralarda her şeye dönüşmeyi başarabiliyor. 16 Colossus'u adım adım ve nice şeylerinizi kaybederek devam ediyor öldürüyorsunuz.
Her ölümden sonra bunalım modunuzun ekstra artmış olduğunu sezerek katliama devam ediyorsunuz. 16. Colossusla hıncahınç mücadelenizden sonra tapınakta gözlerinizi açıyorsunuz. Ve Kow Otani'nin Prologue adlı müziği eşlik ediyor bu sahneye. Artık bitti eşsiz aşka kavuştum. O'nun ruhunu çalanlardan geri aldım diye rahat bir nefes alıyorsunuz ki aldanmayın. Dünyanın kuralı şu ki mutlu aşk yoktur dibinde elbette ayrılık olmalı yoksa aşk aşk olur mu ki ironisi ile başbaşa kalıyorsunuz. Aşkımızın canlanması için 16 değil 17 ruha ihtiyaç var. Oyun dünyasının bana en yaşattığı en büyük sürprizlerin ilk sırasındadır bunu anladığım an. Ve malumunuz olduğu üzere sevgilinizi kendi ruhunuzu da bağışlayarak dünyaya döndürüyorsunuz. Kaybettiğiniz öldüğünüz ama hiç bu kadar canlanamadığınız finaliyle sonlanıyor. Shadow Of The Colossus. Bitiyor ve kendimi gecenin 3ünde ekranın başında gözyaşlarıyla buluyorum. Tam böyleydi yaşadığım dakikalar. Hatta tüm gece garip sersem halimle uykuyu kovalamaya çalışmıştım. Gerçekliğe yakınlaştığınızı hatta hissettiğinizi o sanal alemin içinde algılıyorsunuz. Shadow Of The Colossus eşsiz bir yapımdı ve hep öyle kalacak nice oyunlar vardı beni yoran. kendimi bana hissettiren ama hiç biri Shadow Of The Colossus gibi yakınlaşmamıştı ruhuma. İçinde mükemmel sürprizlerin olduğu. Hem atmosferi hem dolu dolu hikayesi ile Kendisini yad ettiğim bu günlerde tekrar oynamam gerektiğini düşünüyorum. Shadow Of The Colossus'u özlemişim.
Shadow Of The Colossus başlarken ve sonuna kadar o 16 yaratıkla karşılaştığınızda kendinizi hiç kocaman bir hiç hissetmenize sebebiyet veriyor. Finalinde de zaten aslında hiçtiniz oluyor yanıt. Asıl amacımızın aşk için ölmeli o zaman aşk olduğunu buluyorsunuz. Bu yazının sonuna elbette ki Shadow Of The Colossus'un sanatsal müziklerinden biri olan Kow Otani'nin Prologue (To the ancient Land) resitali eşlik etsin. Hadi bakalım
Haftaya görüşmek üzere
Selametle...
Ali 2009,9
Belli olmayan bir yolun başında bekliyorum. Vay be ne yıldı bu böyle neler de geçti üzerimden. Bunca şey hangi arada doluştu nasıl oluştu hayret. Gerçekten ardından kocaman bir Vay Be yi hakediyor 2009 nasıl bir zaman dilimiydi çözümlemekte güçlük çekiyorum.
Bunca zamandan sonra tekrar ölümle burun buruna geldim hem de iki kez. Ki kendisi hala burnunu burnumun yanından çekmiş değil. İkisi de birbirinden çok ilgisiz alakasız sebepler Garip enteresan işte. Insomnia nöbetlerimin şiddetlendiği genelde gecenin diplerinde bana eşlik eden sigaralarla geçti bir kocaman yıl. Ve her sigarada önümüzdeki yıl için sigarayı bırakmalıyım temennisinin havada uçuştuğu bir yıl. Yok yok bırakacağım kesin. Hem zaten iyiden iyiye azalttım sigara törenlerimi. Neyse gerçek manada boş bir yıl değildi hatta dolu dolu. Aşkı yeniden tanımlamama
kendisin asla ölmeyen duygulardan biri olduğuna. Milyonlarca gelgitler yaşatmasını bir kaç saniyede başarabilen bir delilik olduğuna kanaat getirmeme sebebiyet verdi mesela. Hem sonra hep olduğum yerde kalsam da aslen çok başka diyarlarda yaşadığımı bu kadar yakından hissettim. Farklı olduğumu bir kez daha benimsedim herkes gibi değilim herkes gibi olamıyorum. Barışmaya çalışıyorum farklılıklarımla.
Bir de aydınlanmanın yıl sonuna denk gelmesi dolayısıyla geç kalınmış bazı planlarımı hala kendimce taşıyorum. Her ne kadar söz konusu planların gerçekleşme süreçlerinin en az bir kaç yıl alması bendeki takat sınırlarını zorlamakta olsa bile ki ama olsun beklemek lazım. Sabır en nihayetinde
Bu arada işin özü bir yıl almanağı olmayacak bu yazım. Malumunuz yıllık almanak yazma geleneneğim ancak kalabalık bittikten
vay beler şaşırmışlıklar tükendikten sonra yazılıyor ki o da ancak şubat ayına denk gelmekte Sizlerde büyük ihtimalle ancak 2010 yılının ilk günlerinde okuyacaksınız. fakat Aralığın dibinde karalıyorum bunları imkansızlıklardan mütevellit kalem kullanıyorum bildiğimiz A4 kağıdına yazıyorum. Aslıma da uygun bu durum
kendimi çok daha iyi hissediyorum. Tek ayağım hep geçmişin dibinde bir diğeri gelmeye çalışan geleceğin eşiğinde. Kalem geçmiş. Kağıt geçmiş ama kelimeleri döken geleceğe açılan pencerenin umududur.
Şimdi asıl konumuza geleyim. Son perde. Bir yıl daha geçti tek düzlemde bir zaman dilimi. Dünyanın bize hissettirmeden oldukça hızlı döndüğü ki bu döngü süresinde değişimi kaçınılmaz kıldığı bir an bir yıl işte. Kimbilir Sınırlarımız belki de. Şeyden bahsedecektim ben Sinema'dan bahsedecektim. 2009 Hem benim bulunduğum yer itibariyle hem de sinema dünyasının kısırlığından pek birşey getiremedi toparlarsak The Course case of Benjamin Button, Kızkardeşimin Hikayesi, Slumdog Millionaire gibi bir kaç film var arşivlenecek ve yıllar sonra tekrar izlenebilecek. Bir de bu yazıyı yazdıktan ama yayınlamadan önce yani takvimlerin hala 2009’a tutunduğu zamanlarda elime geçen ve hikayesini çok beğendiğim The Illusionist var ki çok güzel bir film hem tarihi dokusu itibariyle hemde dünya üzerindeki en büyük sihri yine büyünün diliyle anlatması itibariyle. Gerçek aşkın yıllar yıllar sonra yine yaşayabileceğini oldukça güzel betimleyen bir yapım olmuş. Hem Edward Norton hem de Jessica Biel'in performansları benim gibi popüler kültür çöpçüsü koleksiyonerler için oldukça değerli bir parça haline getiriyor The Illusionist filmini. İzleyin derim Şiddetle Tavsiye.
Aslında gördüğüm kadarıyla sinema alemindeki bu sessizliğin tek sebebi var o da fırtına öncesi sessizlik. Evet kesinlikle öyle. 2009 dibinde James Cameron ( Titanic - True lies - Terminatör ) ustanın Avatar'ı çıkıyor ama aman karıştırmayalım bu Avatar o çok sevdiğim manga çizgi dizi değil ondan ve film versiyonundan da söz edeceğim birazdan. James usta hep en baba bütçe ile rasyonalite'yi sanal ortamda anlatmaya çalışan bir adamdır ki başarılıdır. Ve bunu sağlam senaryo kullanarak yapmayı da bilmiştir. Ve James Cameron'un filmi ile ilgili esaslı bir iddiasıda var aynen şöyle. Avatar'dan sonra sinema'nın bildiğiniz sinemanın eski sinema olmayacağı. Heyecanla Avatar'ı beklemedeyim. Şu sıralar vizyonda. En azından medeniyeti bulana kadar bende bekleyeyim.:) Ve bakıyorum da 2010'da ne kadar
manyak filmler gelecek ve ben nasıl bir beklenti içindeyim bilseniz. Aslında çok erken olmasına rağmen şimdiden sabırsızlık yaşıyorum. 2010 mart ayında vizyonda olacak olan Tim Burton'ın Alice in Wonderland'ını mesela nice zamandır hiç bir filmi bu kadar dört göz modda beklememişim Ve Avatar The Last Airbender anlatılamaz bir alt psikolojiye sahip eşsiz çizgi dizinin isim hakkı da İşaretler filminin yönetmeni M. Night Shaylaman da imiş ki umarım berbat etmez birşeyleri. Çünkü Avatar The Last Airbender kesinlikle bir Yetişkin çizgi filmi. Anlatımının, senaryosunun nasıl bir psikopat bir adamın elinden çıktığını durup durup düşünüyorum. Ve M. Night Shaylaman'ın esaslı korku figürleri dahi bende garip derecede trajikomik bir etki yaratıyor.2010 yılı içinde daha açıklanmamış ve benim de pek malumatımın olmadığı bir kaç film daha var bir kaç haftaya kadar burada yazmaya özel bir gayret sarfedeceğim. Bir de yıllar önce David Fincher'ın mükemmel bir şaheseri olan Fight Club'ının yazarı Chuck Palahnuik'in başka bir romanı olan Görünmez Canavarları ki bu roman bir yeraltı edebiyatı ürünüdür. filme dönüşüyormuş. Zaten kelimeleriyle bizleri mest eden adamın ilk romanının sinemaya çok güzel aktarımı kendisini beklenilebilirler listesinde en üst sıralara yerleştirmeye yetiyor.
Aynı zamanda uzun süredir aradığım ve şans eseri bulabildiğim eşsiz bir film Sharon Stone'un başrol oynadığı iyilik meleği benim izlememi beklemekte bir de hani hayatınıza dair filmler vardır izlersiniz izdüşümlerini kendi içinizde yaşarsınız kaç kez olursa olsun Onu izlemekten yaşamaktan asla bıkmazsınız. her saniyesini aklınıza kazırsınız ya işte o filmlerden biri olan In America'da acilen izlenmeli.
Her ne olursa olsun o kadar karmaşık bir yıl olsa bile gerçek manada itiraf etmeliyim ki 2009 sadece tekrarların bir yanılsaması oldu benim için ha ciddi farklar da var dı elbette. İçimde adlandırıp anlamlandıramadığım bunca herşeyin kötü olmasına rağmen dur diyemediğim çok başka bir inanç ve umut var ki o da 2010 yılının farklı geçeceğine ki öyle olmasa bile bununla ilgili çabayı hakedecek bir yıl olacağını düşündürüyor. Yok yok bunu ancak düşlemeliyim.
Bir yıl sonu ve yeni yıl temennisi yazacağım kelimelerle sonlandırayım bu son yazımı. ha tabi geleneğe karşı gelmeden Dean Martin söylüyor 1953 yılından 2009'un sonuna 2010'un başına Thats'a Amore. Nice mutlu zamanlara senelere. Kapınızda Dua beklentisi ile
Haftaya Görüşmek üzere
Selametle...
Ali 2009,9
Elektrikli ocağa bir fincanlık su bırakmıştım kalkıp bir kahve içeyim diyorum. buharı tütüyor üzerinde hem su üşüyor hem sigaramın dumanı ve hava ayaz sırtım omuzlarım hatta ayağımın açık kalan tarafları bileklerim üşüyor kuruyor ufak bir dokunuşta dağılacak derecede. Kuru zaten bu dünya kuru ve belirsiz bir dünya. Ben ne verirsem O'nu alıyorum eksiksiz her daim. Bu hayata ne kadar dengesiz davransam o da bana aynı şiddette yanıt veriyor hem de hiç mi hiç bekletmeden.Ne olacağı belli olmayan bir alem. Hele söz konusu kabullenmekte ciddi sıkıntılar yaşadığım hayat bana ait ise gerçek manada kurak.
Hastalıkta Sağlıkta, hasta olduğumda kalmasa gözüm o kapıda O kapıdan içime dolsa beklenen. Usul usul süzülse yanaklarıma orada birikmiş bıkkınlıklarıma ilaç olsa. Dokunsa kendi eseri yaralara hasretlere gurbetlere ve o eşsiz yaralar tek bir dokunuşla iyileşiverse. Bu na Kadir'dir bilmekteyim O esşiz varlık. Bir bardak su içsem ellerinden dökülse artık yanmış her tarafıma o su. Bir söz her ne olursa olsun kelam eylese. Anlamsız da olsa bir kaç kelime yakalayabilsem ağzından. Dokunsa onun kelimeleri kimseciklerin değemediği uzanamayacağı en kuytu derinlerime. Etraf bayram yerine dönse şenlik olsa her taraf. Ne hastalık kalsa Ne gece Ne de gündüz Varolsa. Ağzı her açılıp kapandığında O bu dünyadan olmayanın. İçime güneşler doğursa tüm acılarıma meydan okurcasına kurak topraklarıma. Olmayacak iş biliyorum hiç olmayacak gel gör ki gafil insanlığım dem vurmadan edemiyorum. Hastayım ama aslolan hastalık değil beni yoran. Umulmadık süreçlerdeki bırakılmışlığım. Kendi vazgeçmişliğim, mecburi ayrılığım daha çok canımı yakan. İki büklüm olmayacakları bekleyişlerim beni bitiren harap edip olmadık viranlara sürükleyen. Hastayım...
Bu ayrılıklarda en fazla kendimi bulabildiğim tek yer olan Mabedimi özlüyorum Laylalarımı söylemeyi yanına uzanmayı saçlarını hayal etmeyi perçemlerine dokunmayı. Annem hasret kesene fazladan yükleniyorum. Vefasızlığı kendime atfedip kendi yayıma kendi okumu sürüyorum kendimle ilgili herşeyi öldürmek istiyorum.
Sana gelemiyorum fakat dualarımla elimden geldiğince dillerim döndüğünce köprüler oluşturmaya uğraşıyorum geceleri hayallerimde yakalamaya çalışıyorum ellerini. Senden olan parçana katıksız sevdalı göğsüne dayayayım istiyorum başımı Orada ağlamak orada ölmek. Ağıtlar yakıyorum. Ağıtlarımı sana yakıyorum.
Zamanlardan mekanlardan ötelerde. Ben bile nerede olduğumu bilemeden Bırakma Ellerimi... Kaybolmayayım dünya Mapushanelerinde Şefkatine muhtacım. Katıksız geliyorum katıksız gelirsin bana biliyorum Yağ istiyorum üzerime. Yağsın her ne olacak sa. Buyur ihsan et hasretinle yanan ruhuma şefkatini esirgeme gir rüyalarıma. Şen şakrak güleyim hayata döneyim. Yaşayayım Öleyim. Şükür.
Bütün özlenenleri bunca özlememe vesile eyleyen her şey için her zerrem ile minnettar şükürdarım. Çok şükür ki Acı da Sen'den Tatlı da Sen'den dir İşittim İman ettim. İstediğim nice Hayır vardır kimbilir nice Şer kapıları'na açılan. Ve nice Şer vardır Hayır kapılarına vesile olan. Elimi eteğimi dergahından eksik etmeyi bana nasip eyleme...
Ve sözler sanadır. Sana söylenmeli ancak sen duymalısın o tepede kalbimi canımı donduran rüzgara o kara rağmen soluğunun doluşması içime. Sesimin titremesi her zamanki gibi. Sen olacaksın ardındaki o sesin, telefonun. Yanaklarım hala seviniyor sana dökülen gözyaşlarına mesken oldukları için. Beşeriyet aleminden kopmuşum beklediğim belirsizlik bile sonunda belki sen olursun diye çok beklenilesi. Çoktan daha çok beklemeli gerekirse. Hiç kimse bilmiyor ve hiç kimse bilmeyecek artık.Sırtımı dönmüşüm dünyaya senin adın yok ise.
Melankolik duraklarımın birinde, hala gök ve nerenin nihai zemin olduğunu bilemeden. Yorgun solungaçlarıma kaçan tuzlu suyun içinde O senden ayrılığın bedenime ruhuma saldığı bitmek bilmeyen ve ufku olmayan acı içinde yüzüyorum. Gözyaşlarımı yüzdürüyorum gölün kenarında. Hissetmişmidir, Yanmışmıdır gölün kalbi sen uğruna dökülenler ona ulaştığında.
Gökyüzümden düştün üzerime. Bu göğü Bu yeri şahit gösterdim içimdekilere. Bir kartanesisin elimde avucumda kalmış son tek tane. İçimin yangınlarına küfrediyorum Donmalıyım ben hem beden hem ruhum ile. Seni yaşatmalı bu can burdayım demeliyim sana yazmalıyım. her yazdığım her yazılan gibi.
İçimden geliyor içim. Sen bu kadar varken bende herkese fazla gelen dünya bana dar kalıyor. Yetemiyorum içimdekilere. Ne dillenmeye ne de dillendirmeye. Bakma melankolilerime Issızlığım sevdadandır. Sevdadır ıssızlığım. Herşeye karşın karşı karşıya kalmışlığıma rağmen and içtim seni. Aklıma unut diye fısıldadığımda kalkıp tövbe ediyorum.
Haftaya görüşmek temennisiyle
Selametle
Ali 2009