Az Önce...

30.08.2009 zaman: Pazar, Ağustos 30, 2009 Gönderen illegalizma


Sabah uyandığımızda hayatın herkesin üzerine sinmiş kayıtsız “play” tuşuna basmamızla başlıyor her şey hayat canlanıyor. Olacak her şey oluyor ve sabahla gözlerim bu serenat’a yani olacakların ahenginin seyrine dalıyor. Az önce belediyenin nicedir ilgilenmediği su patlağının oluşturduğu çukur su birikintisini hoyratça geçen araca okkalı küfürler sallayan adam az önce, tepemden benden habersiz geçiş töreni yapan kuş az önce işte, hafiften saramış yaprakta öyle, hayat hep geçmişe meydan okuyan geleceğin az önceleriyle.

Dünya dediğimiz otobüste yanıma oturan yabancıyla yaklaşık 7 yılımız geçiyor biz gerçekten birbirimize oldukça yabancı ama aslen aynen aynıları paylaşmaktan kaynaklanan adam akıllı bir dostluk içindeyiz O’nunla.
-Kalk dedi tez canla Başvurular için son gün geç kalıyoruz.
Zaten kaç yıldır rahatsız olan gözlerim bu aralar gerçek bir işkence ile karşı karşıya hem Ramazan ayının susuzluğu hem de uyku ritüelindeki belirsizlik tam manasıyla gözlerim için işkence. Bu şeyleri düşünerek uyku ile uyanıklık eşiğindeki tembellik halinde uyanıp kendimi acilen sokağa atıyorum. Hayat başlıyor işte az önce.

Otobüse ardından sabahın mahmurluğu her halinden anlaşılan sokağa ve bu ani geçiş bana kalabalık olduğumu hissettiriyor nice uzun zamandır bunca tempolu hareketler etmeyince basit bir koşuşturma bile kişi için acele hatta kalabalık belki de yorucu bile olabiliyordu, hayatımız gibi işte uzun süredir olmayan farklılığın bazen iyi bazen de eşsiz kötü etkileri. Kalabalık bana haiz bir şey bugün, Bugün herhangi birilerini bu kalabalığa alıp orayı daha da bulandırma kalabalıklaştırma niyetinde değilim. Düşüncelerle savaşa savaşa Hastanenin önünde hatta bahçesinde buldum kendimi ne işim var diye sormadan usulca o ani kalabalıktan yine o kadar ani bir şekilde usuliyet kıyısına vurduğuma bende şaşırdım gördüklerimden sonra.

İlkokulda pek anlaşamadığım ama aynı istikametteki evin yolunu kullandığımız ve o yol üzerinde saçma sapan hikayelerimi sarfettiğim bir arkadaşa rastladım pekala olası bir şey diye düşüneceksiniz arkadaşa rastlamak ama siz o arkadaşı bıraktığınız gibi bulamamışsanız. Hatta eskisi ile yenisi arasındaki inanılmaz eşitsizlik aşırı derecede rahatsız ediyorsa ? Gürbüz suratından tüm kanı aniden çekmişler gibi, iri cüssesini bir haftalık işkenceyle tıknaz bir adam etmişler. Ve en acısı gözlerine onlara bakana karşı acımasız bir hüznü işlemişler gibi. Uykusuz sessizce başını çevirip
-Merhaba dedi nasılsın? Seni görmek iyi oldu bu son kelimelerini mırıldanarak dedi duyduğumun farkında olmadan.
- Sağol dedim sen nasılsın.
- Gördüğün gibi dedi az önce
- Metin dedim yıllardır görmediğim eskiden kocaman cüsseli ama şimdi bir yılan kadar incelmiş bedenli adama uzun zamandır görüşmüyoruz
- Ama çok değişmişsin. Şaşırtıcı derecede.
- Evet dedi her şey sadece bir hafta içinde oldu.
Ve o sonsuz sohbetin başlayacağının işareti olan şeyi yaptı anlatılmaz çaresizlik refleksini iki elinin arasında aldığı ve artık taşıyamadığını hissettiğim başını.
- Annem dedi bir felaketin ilk kelimesiymiş gibi O’na Rahmini açan kadından bahsederken çok hasta Kansermiş.
Her şey sonsuz oluyor o sırada sırtınız kocaman bir kambur anlatılmaz bir çaresizlik içinde susarsınız, artık ne ben ne Metin kelime edemeyiz ki hem Metin bilmez mi ki bu tür durumlarda yükü taşıyandan daha büyük acı çeken varsa O kişi de yükün farkında olanın olduğunu. Ve bu büyük suskunluğun sonsuzluğa kadar uzanır ama konuşulamayacağını.

Kalkıyorum yanından kendimce bir gelecek kurabilmek için, kendi geçmişimden kaçıp başka birinin geçmişine sığınmaya çalıştığım dönemlerde, varlığı ile bütün geçmişe başkaldıran geleceğin artık var olmadığını anlıyorum geçmiş elimden tutuyor ayaktayken tek kelime edemiyorum. İki elinin arasında başını tutan adama.

O kuru hasta gözlerim nemleniyor bir bahar oluyor kalbimdeki hazan gözlerim için. Ve devam ediyorum, az önceki kalabalıktan eser kalmamış aklımda sadece hastalık var. Her şey geçiyor oradan uçurumlarda buluyorum kendimi Tanrı’nın sınavı, şükür için ödül, ödüllendirmek için Tanrı’sal Bahane. Daha nice düşünce geçiyor ama aklım kalbime hükmedemiyor ki, Ve Geçmiş onca yok olmuşluğuna rağmen tozun dumanın arasında hem de bu kalabalıkta canlanıp ta geleceğe bakıyor. Ve ben seni doğurdum diyor bir Anne gibi. Hayat işte her şey AZ ÖNCE…

Bu yazı aynı zamanda www.illegalizma.com adlı sitede de yayınlanmıştır.

0 Comments


Anlıyorum ki Yaradan yılın bu aç kaldığımız ayında sadece sabrımızı sınamak ve hallerimizi izlemekle yetinmiyor, aynı zamanda dertlerimize kendiliğinden çözümlerde bahşediyor.

Evet Ramazan ayındayız. Allah’ın biz kullarını, çok tanıdığı yarattıklarını, onca kez affetmesine rağmen her defasında hataya yeniden yönelen varlıkları affetmek için sistemlediği kurguladığı onca zamanlardan birindeyiz.


Allah’ın en yakınlarımızda olduğunu daha fazla hissettiğim dönemler çok iyi geliyor genel haliyle bu kendisinden vazgeçilmiş hayatıma esasında, durmak düşünmek gibi sanki çok aceleymiş ve yetişilecek bir yerler varmışçasına kovaladığımız hayatın fren pedalına basma mahiyetinde bir ay Ramazan. Derinlerinde Yaradan’ın eşsiz şefkati merhameti büyüklüğü saklı bir zaman dilimi aynı zamanda bu ay , Ruhumuzun açlığını hissettirebilmek için midemize ağzımıza gem vuran dini kurallar sizlere hiç bir şey anımsatmıyor mu? Ruhumuzun açlığını bastırmak hatalı kusurlu nefsimizi bilmek ve öyle hareket ederek onu bu haliyle besleme halimize midemizi aç bırakarak ulaşma hali. İşte Ramazan da bizlere sadece yer yer farkında olduğumuz derinlerimize seslenmek ve belki de kendi sınırları içinde Hakka ulaşma yolunda özgürlüğü bahşedebilmek için yani Batıni alemimizde uyanmaları sağlayabilmek için tam zıttı olan tamamıyle zahıri ihtiyaç olan açlığı bahşetti Yüce ALLAH…

Yazılacak çok ciddi gelişmelerin pek te baş göstermediği bir haftadan çıkmanın verdiği umursamazlığın hafifliği aynı zamanda iftara az kalan sürecin baskısı altında ne yazabilirsem hesabıyla dokunduğum klavyenin tuşları acaba açlığımı ve bu zahıri alemdeki açlıkla tamamiyle zıt ve kafa kafaya tutuşmuş batıni alemdeki eşsiz doygunluğumu hissedebiliyor mu acaba ?

Dewreş ile Adule bitti oldukça sade bir dille yazılmış güzel bir aşk hikayesi idi. Asıl olan zamanın mekanın var olmanın ya da yok olmanın yani aşk ile ilişkili birlikteliğin veya ayrı kalarak bir ruhu yaşamanın işin özü zıtlıkların bir aradaki eşsiz uyumunun hangisi olduğuna dair yine kendisinin de çözümsüz kalması ve zaten aşkın grift sokaklarında daha derinlerde ve bütün dillerde eşit olarak kayıtsız bir çıkmazdan ibaret olduğunu gösterdi. Ayrılmak mıdır asıl olan sevgili olanın uğruna tüm alemden, peki ya yaşamak mıdır sevgiliyle bütün bir alemi hangisidir aşkın açıklaması?

Kız Kardeşimin Hikayesi ( My Sister’s Keepers ) : Film insanlıkla ilgili en derin meseleyi çıkmazı, sıkıntıyı, hüznü, kederi ve iç içe geçmiş zıtlığı bir aile içinde yaşanabilecek artık her ne ise hemen hemen her şeyi bir arada ele almaya çalışan ve eşsiz bir drama şöleni sunan bir gösteri halini alıyor. Sizler de ben gibi bu denli mazoşist dramalardan hoşlanıyorsanız kaçırmamanız gereken eşsiz bir ağlama şöleni. Lösemili kızlarını yaşatabilmek için dünyaya getirilen ( Konu ile ilgili hukuki gerekliliklerde düzenlenerek ) bir kızın hikayesi var ve bu sonradan ablasının ihtiyacı olan ilik nakli ile O’nu kurtarmak için dünyaya gelen kız hukuki yollardan yaşamak istiyorsa ne olur işte cevap bu filmin içinde izleyin derim.

Ve tabi aşk, Güzel bir dua küçük bir an büyük bir suskunluk...



Haftaya Görüşmek Üzere Selametle.

Ali 2oo9

2 Comments

Ironik

16.08.2009 zaman: Pazar, Ağustos 16, 2009 Gönderen illegalizma


Özürlü :

Kimsenin eksik yanlarımı görmediği kimsenin sırf o yüzden bana bakmadığı bir diyardayım. Bedenimi kaplayan cüzzam kimseciklerin umurunda değil. Ya da ayaklarımın olmaması yarım olmam çirkin olmam önemli değil. Hiç kimse için, En güzeli de onların umurlarında olma halim sadece içimdeki gerçek ben ile ilişkili olması. Yani benim ve benimle ilgili gerçek görünmeyenlerim sahnede. Kendi mücadele mi veriyorum bu dünyada herkes gibi yaşıyorum onlarla birlikteyim. Ne eksik ne de yarım ne de can yakan bakışlar altındayım. Kimse güzel denilen şeyin ne olduğunun farkında değil aslında bende hatırlatmamalıyım ve hatırlamamalıyım. Ama her düşündüğümde o güne milyonlarca kez şükür ediyorum. Zaten tam anımsayamıyorum ama o eşsiz büyücüden sonra böyle oldu bu alem. Herkesin beynine girip değer yargılarını ve kalabalık zannettikleri ama düşüncelerinde adı sadece çer çöp olan her şeyi temizlemesiyle başladı. Dünya üzerindeki güzeli çirkini en derinlerde saklandığı korkak ruhlarda hasarlı akıllarda buldu ve sildi. Onlardan açılan yerlere daha kocaman harflerle ve daha erdemli olacak bir şeyler yaptı yine tam hatırlamıyorum ama sadece iki kelime idi yazdığı İyilik ve Kötülük. Bir büyücünün garip dokunuşuyla değişmiş bu dünyalıları seviyorum herkes dıştan bakılınca eksik hatta parça parça ama kimse size, sizin yüzünüze özrünüzü vurmuyor. Ya da bakışları özrünüze çarpınca suratları çarşamba pazarı'na da dönmüyor. Onlar kendi acınası hallerine rağmen size acımıyor. Acınası bakılmıyorsunuz yani. Ne güzel bir dünya burası demek isterdim, bunları yaşamak isterdim hem bunlar olmuş olsaydı anneme de isyan etmezdim neden eksik neden yarımım diye kırılmaz idi o eşsiz kırık ve benden dolayı özürlü kalmış içinde bana anlamlandıramadığı bir özür biriktirmiş özürlü kalp.

Susan Boyle – I dreamed a dream :

Aslında göreceli güzellik ve çirkinlik kavramına fazla taktığım bu hafta da uzun süredir planladığım kısa videoyu bulup izlemek, Susan Boyle’un tam haftasına denk gelmesi ayrıca sevindirici. İngiltere’nin yetenek programının birine katılan bir kadın Susan Boyle 47 yaşında şişman ve hemen hemen böyle programlara katılabilecek kriterlerde ‘GÜZEL’ değil di aynı zamanda jüri üyelerinin zaten öylesine bakışları yani kriterlerimiz dışındaki ama olsun eşsiz eğlencemiz gibi davranmaları da işin tuzu biberi olmuştu ama Susan eline mikrofonu aldıktan sonra bütün salonun ayakta alkışlaması görülmeye değer eşsiz bir manzara idi, Yaşadığımız dünyada için dışı dışın içi diye bir tabir mevcut. Biz dışına aldanarak içini içine aldanarak dışını yorumlamaktan kaçınalım bence.

Mutlu Tönbekici - Kıro :

Yıllar önce okuduğum gazete olan Vatan gazetesini şu sıralar yine alıyorum tam sebebini bilmiyorum ama geçmiş alışkanlıklarımızı arıyoruz bazen insanlar olarak belki de bazen unutmaya çalıştığımız geçmişimizin kimi fotoğraflarından kurtulmak ta istemiyor gibiyiz. Susuz kalmaktan hoşlanmak gibi. Neyse asıl konumuz Mutlu Tönbekici – O dönemlerde Tuğçe Baran diye asi bir kız vardı annesinin istediklerini yapmayan, eğlenceli, ayakları yere basmayı pekte öğrenememiş bir karakter. Kendisi Mutlu Tönbekici imiş yani yıllardır hayali karakterini köşesinde yazmış. Yakından takip edenlerin haberi vardır eminim. Yine asıl mevzu dışına çıkıyoruz toparlayayım işin özü o kadar hafif meşrep denebilecek konuları yazan bir köşede demokratik açılım ile ilişkili güzel bir yazıyla karşılaşmak şaşırttı beni. Bu hafta içinde basit bir kelimenin bilinen bilinmeyen yönlerle nerelere ve ne şekilde dokunduğu ya da dokundurulduğu güzel lanse edilmiş.

İroni :

Bütün bir hafta ironik olaylarla karşılaştım aynı zamanda bir başka ironiden bahsedeyim. Steven Spielberg’i bilirsiniz. Hollywood’un uzaydan gelmiş çocuğu. Uzayla ilgili en eli yüzü düzgün eserlerin yapımcısı, hakkında öğrendiğim garip bilgi gerçek manada ironinin ve kişinin kendisiyle yüzleşmesi sonucu neler yapabileceğini benimsetti bana bir kez daha. Meğer çocukken kendisi gökyüzüne bakmaya bile korkarmış ? (İRONİK) – Steven Spielberg demişken kendisinin iki eşsiz filmi var benim için sizlere de tavsiye edeyim. Biri Zaten bugünlerde 56. yıldönümü anmalarıyla devam eden Hiroşima ile ilişkili eşsiz bir sitem belki de önyargı yada özeleştiri bab’ında bir film olan Güneş İmparatorluğu. İkincisi ise her sinema severin arşivinde bulunması gereken bir başyapıt Olimpiyat oyunlarında katledilen Yahudiler’den yola çıkıp Ortadoğu’nun Grift derinliğine sizleri çekmeyi başarabilen ve bunu bir ajanın hayalleri eşliğinde boğarak sıkarak yapan bir film olan Munich.

Haftanın Enlerine kalabalık baş ağrılarından dolayı pek bir şey biriktiremememin mahcubiyetiyle yazıyorum bu kelimeleri. Fakat önümüzdeki hafta yapılacaklar yazılabilir mesela. Uzun süredir filminin seti ve gelişmelerini yakından takip ettiğim Jodi Picoult’un çok satan kitabından Nick Cassavetes tarafından sinemaya uyarlanmış Kız Kardeşimin Hayatı ( My Sister’s Keper ) kesinlikle izlenmeli. Haftaya içeriğini ne olup ne olmadığını ve bana neler hissettirdiğini yazacağımdan emin olabilirsiniz. Aynı zamanda bu hafta elimde bir Kürt Destanı var Dewreş ile Adüle - Bawer Ferhat adlı yazarın bir eseri kitap kurdu bir arkadaşımın kesinlikle oku diye önerdiği bir kitap. Olay Osmanlı döneminde iki aşiret arasında oluşan düşmanlıktan filizlenen sonsuz bir aşkı anlatmakta. Bir tür Romeo Juliet hikayesi. Şimdilik kitap hakkında bildiğim bu kadar onu da yazarım haftaya.

Şiddetli baş ağrılarının beni terk etmeyi öğrenememiş eşlikleri arasında bir yazıyı daha sonlandırıyorum. İşin özü ne yazıp ne yazmadığıma dair kesin bir fikrim olmamasına rağmen şu an kelimelerimi okuduğunuzu bilmenizi isterim. Anlayacağınız tadına bakılmadan servise sunulan yemek gibi. Haftaya görüşmek üzere Selametle…



Ali 2oo9

3 Comments


Uzun süredir aklımın köşelerinde yer edinmiş hatta kendime bile şimdilerde ancak ufaktan ufaktan itiraf edebildiklerimi yazayım.

Anladım ki esaslı bir serseriyim ben. Standartta içi boş herhangi bir vasıfsızlık ibaresi belirten kelime imiş gibi dursa da bildiğiniz serserilik değil bahsettiğim. Serserilik bir hayat şekli, şimdi şöyle düşünüyorsunuzdur nasıl bir serserilik ki bu böyle yaşam tarzı olabilecek. Yıllardır bir diyarda yaşıyorsunuz, ama hiçbir şeyi sizin olamamış bir diyar. Siz hatta aileniz bile sizin değil.

Gözleriniz hep yeşil yaşadığınız diyarlar hep İstanbul.

Kendi odanızda hep diken üstündesiniz, sanki misafirmişsiniz de çıkacağınız günü bekliyormuşsunuz gibi. Sanki bir diyet bir bedel ödüyormuşsunuz, yada çok ötelerde doğacak güneşleri doğurmaya yardımcı oluyormuşsunuz gibi. Okuduğunuz kitapları koyacak bir kitaplığınız yok sadece kolilerde saklıyorsunuz, kolilerde saklamak hayatı belki bir gün açabilirim niyetiyle. Elbiseleriniz o kadar aynı ve o kadar zamandır tek çizgi ki sade hayatınızı daha da sadeleştirecek herhangi bir olgu için etrafınızda her ne varsa ve elinizden ne geliyorsa ardınıza koymuyorsunuz. Sade bir dış alemde yaşamak iç hayatınızın sonsuz çalkalantılarına inat, yani iç dünyanızdaki deliliğe yakın kendinize rağmen müdahalesiz, bulanmadan, ama bir o kadar sabırla yaşanan ve sabrın sınırlarıyla çatıştığınız dıştan görünen basit saçma sapan bir hayat.
Arkadaşlarınız ayrıca hem yıllardır aynı hayatı yaşarken bir elin parmaklarını bile çıkaramayacak kadar arkadaş kitlenizin olduğu bir hayat işte. Yani kalabalık etmeden hayata devam etmek.

Bunlar sadece acıtmayan yanları, hele kalbinizi yerinden alan yanları da var serseriliğin, delikanlı olmak lazım öyle kolay değil. Beni yok etmek lazım siz ve size dair hayata anlam katan insanlar için sizi yok etmeli ve bu sizin elinizle olmalı. Sen yok olacaksın ki anlam kazanacak. Benliğini yitirmelisin isterken ben dememelisin.

Bu arada sık sık kaybedeceksin, ama kaybettikçe bocaladıkça yıkıldıkça daha bir sabırla şükredip bekleyeceksin sana ait vadenin, misafirliğinin vaktinin dolmasını hiçbir şeyi kırmadan gerekirse cam üstünde yürünecekse cam üstünde yürüyerek yaşayacaksın. Yaşamak sanarak yaşayacaksın.

Tam çağlayan yaşlarınızdayken imkanlarınız ve sınırlarınız dahilinde kendi barajlarınıza bel vereceksiniz, kolay mı öyle taşmak taşırmak.

Belki de çok ötelerde bekleyen baharları doğurmak için bu özürlü zamanlarda özürlerle yaşayacaksın. Bazen sağır olmalısın, bazen kör. Ve bunca karışık iken ve karmaşadayken, dünya üzerindeki sadece senin belirlediğin değerleri asla unutmayacaksın asla sırtından kopmayacaksın tutunduğun hayatın, elindeki her şeyi zamanla acıtarak almış olsa bile vazgeçmeyeceksin umuttan, belki faydam olur diye ben dışındakiler için adım atacaksın kalbine dünyanın, çok konuşmayacaksın. Çünkü insanlar sonsuz suskunluğunuzda anlamaya başlayacaklar sizi. Bazen çıldırtıcı olacak bu suskunluk ya size ya da karşıdakine ama çıldırmanın çizgilerini görmeden çizilmez ki gerçek hayatın anlam dolu kalın çizgileri. Hayatı hemen hemen hep eee peki şimdi noktasında yaşamanın garip çekici ve dayanılmaz sinir bozucu halleriyle benimseyeceksin. Çizmeyeceksin hayatı o çizecek ve sana sunacak. Öylesine beklemekte anlamsız elbette gerekirse kılıcı alıp eline düşeceksin kocaman yaratıkların ölümü için savaşmaya. Düzenini kurma gibi bir kaygın olmayacak plan yapmayacaksın. Kısacası söyleyemediklerim birçok bütünlük içinde söylenecek son sözüm bu olsa gerek yani siz İçinizdeki gerçek küçük ama özünde insan tipini Dıştan dokunulabilir yapmacık büyüklüğe adamak için hiçbir zaman yormayacaksınız kendinizi.

Evet evet tam bir serseriyim herkes gibi sıradan malzemeleştirilmiş, yavan, yalan ve isterik bir hayatım olmasındansa bu umutlarla dolu looser vazgeçen ama asla ardına bakmayan yıkılıp yorulmayan, umutlarla koyun koyuna uyumak daha çekici gelen bir adam işte. Ve şunu anlıyorum bağlanmamaktan, kazanmamaktan, bazen kaçmaktan, bazen ise sonsuza kadar durmaktan, ve en önemlisi ardımda yakılan ağıtlardan yaşıyorum ben bu alemi.

Haftanın Enleri :
Serseri : Bütün bir hafta serseri okudum serseri yazdım ve serserileri izledim Şampiyon filmindeki Mıckey Rourke yada Leon gibi
Beraat : Bütün bir yılın üzerine döküleceklerin Allah katında ilahi boyutlarıyla yazıldığı güzel bir yılbaşı zaten öyle süslü cümlelere de gerek yok çıkarıp içindeki en sade halini dualarla gelmek lazım.
Nilüfer : Kadife sesli Sessiz sanatçı Nilüfer çok uzun gecelerde yarenlik ediyor düşlerime.

Çetelesini tutamadığım bilmem kaç gecedir süregelen, devam etmekte olup sonsuza uzanan saatlerde işte burada özüme sakladıklarımla baş başa sana ağıt yakıyorum. Demek isterdim işte, demek isteyip te onca biriktirdiğim dokunulmazlar gibi. Gözlerin değecek mi bilmem kelimelerime tanırlarmı ki seni bu sözcükler şefkatle dokunsalar senin gözlerine bari ben yerine. Üzülüyorsun, hüzünleniyorsun. Böyle anlarında nekadar istedim gözlerimi sana vermeyi. Benim gözlerimden sana baksaydın bir of demeyi fazla görürdün kendine, önüne serilmiş bir bahar bahçesini seyre dalardın, Zülfün dökülürdü ey Yar yüzüne. Güzel bir türkü olup yayılırdı saçların gökyüzüne, Burnun dudakların aşkı inkar ederlerdi yine en sen halinle. Ve ben sana verdiğim gözlerden mahrum halimle bile sana yeniden geçmişi geleceğe katarak büyüyen o delilik arifesi sevda haline bunalırdım. Kör Görmeyen Halimle.

Dolu Dolu bir haftadan en azından değişimin olduğu yorgunluğunda stresinde sıkıntının da ama bir o kadar umudun da bol olduğu bir haftadan farklılaşmalardan yeni bir hayatı tanıdığım zamanlardan yazıyorum. Bu arada Bahar Hoş geldin, burada üç beş kelimeyle geçirilecek bir hoş geldin merasimi olmayacak elbette sana yazılacaklar. Ama bitti artık en azından bu haftalık yazılacaklar, haftaya görüşmek üzere...



Ali 2oo9

3 Comments


Ne çok sorusu var şairin. Kâh yolunu bekliyor, kâh yolunu kesiyor, kâh yoldan çıkarıyor onu. Kâh elinden tutuyor, kâh elinden çekiyor, kâh elden çıkarıyor onu. Kâh yağıyor toprağa, kâh buharlaşıyor topraktan, kâh toprak ediyor onu.


‘Duyuyor musun ortasında sonbaharın/o sarı yıkılışları gümbürtüleri?’, ‘Alevler içinde yanan bu çimenler/zincirlerini koparmış ateşböcekleri mi?’, ‘Ne zaman verilir güle, söyleyin/ topraktan çıkma emri?’, ‘Kim uyandırabilir uykusundan güneşi/uyurken alevler içindeki yatağında?’, ‘Neden saklıyor dersin ağaçlar/bütün görkemini köklerinin?’, ‘Kaç sorusu olabilir bir kedinin?”
Ne çok sorusu var şairin. Tabiatın her köşesinden fışkırıyor. Kimin ektiği meçhul sırlı bir tarlanın hasatçısı o. Topraktan çıkar çıkmaz vuruyor tırpanını boynuna her sorunun. Öbek öbek yığıyor harman yerinde. Vahşi atların çektiği düveninde şarkılar söyleyerek sıyırıyor kabuktan taneyi. Kabuklar mektubu çıkarılmış sarı zarflar gibi uçuşuyor havada. Sorular, o güneşin kavurduğu atlar, tabiattan insana koşuyor. “Kim daha çok acı çeker, bekleyen mi/ yoksa hiç beklememiş olan mı bir insanı?”, “Sonunda kendimi bulduğum/ yerde mi kaybettiniz beni?”, “Ve çekip gidecekse bu can tenden/neden böyle sadık bana iskeletim?”, “Ne aradığımı bu dünyada/ kime sorabilirim, var mı bilen?”, “Pablo Neruda adını taşımaktan saçma/ başka bir şey olabilir mi dünyada?”


On altı yaşındaydı Neftali Ricardo Reyes Basoalto, Pablo Neruda müstearıyla yazmaya başladığında. İsminin arkasına gizlenmişti babasıyla saklambaç oynarken. “Edebiyatın tehlikelerinden” uzak tutulan bu genç Şilili ozan, ne yapıp etmiş, on dokuz yaşında evindeki mobilyaları ve babasının verdiği saati satarak ilk kitabı “Akşam Alacası”nı yayınlamıştı. Daha on iki yaşındayken şair Gabriela Mistral’in ruhuna attığı tohumlar öyle bir fışkırmıştı ki, ilk kitabının üzerinden henüz bir yıl geçmişken, “Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı”yı dinletmişti iki milyon kişiye. İki milyon Güney Amerikalı kitabın sayfalarını çevirirken şu dizelerle karşılaşmıştı: “Sende ırmaklar şakır ve ruhum onlarla hep/ istediğince kaçar istediğin bir yere/ Yolumu çiz de bana umut yayında senin/ bırakayım bir yığın oku delirmelere.”


Neruda, zulmün oklarıyla delik deşik olan bir dünyada yayını “insan” için gerdi hep. Mısralarının ulaştığı her yerde ümit yangınları çıktı. İspanyol şair Lorca’yla tanışmak ne heyecan vericiydi, onun öldürüldüğünü duymak ne kahredici! Ah İspanya! “Ole!” demenin zamanı değildi. Neruda, yayını bu kez İspanya’ya çevirdi. “İspanya Gönüllerde” adlı kitabını basabilmek için cephedeki askerler eski bir değirmende kağıt yaptılar coşkuyla. Kağıdın malzemesinde yaralı askerlerin kanlı elbiseleri de vardı. Söz kutsaldı. “Şarkı söyleyen, yükselen ve düşen sözler...” Sahici olduklarında cephede mermiden daha değerli olan. Sahte olduğunda Neruda’ya, “Ne çok kitap, ne çok kitapçık... Kim okuyabilir ki bütün bunları? Onları yiyebilseydik! Şu açlık dünyasında onlardan salata yapabilseydik. Onları küçük küçük doğrayıp yemek yapabilseydik,” dedirten.
Neruda, hem ülkesinden kovuldu hem ülkesini temsil etti dünyanın dört yanında. Ölümünden dört yıl önce Paris büyükelçisiyken L’Express dergisinin sorularını cevaplarken, söz dönüp dolaşıp dinlere gelmiş, Hindistan günlerinden söz etmişti Neruda: “Bir gün Rangoon’da bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Bir tapınağın önünde binlerce kişi toplanmıştı. Çamurlar içinde diz çökmüş duruyorlardı. Tapınağın içindeki rahiplerle aynı dindendiler, fakat içeri giremiyorlardı. Ne haksızlık! Buda, gücünü uygulamaya geçirememişti. Bana Müslümanlığın daha yakın düştüğünü fark ettim.” Gazeteci şaşkınlıkla, “Nasıl oldu bu?” diye sordu. Neruda, “Tuhaf bir şekilde...” diyerek anlatmaya başladı. Çok sıcak bir günde yürürken karşısına bembeyaz bir cami çıkmış, biraz dinlenmek ve serinlemek üzere camiye girmiş, halının üzerine kıvrılarak düşüncelere dalmıştı. Kimsecikler yoktu içeride. Fakat az sonra birkaç Müslüman gelip sorular sormuştular ona: “Müslüman mısın?”, “Buraya neden geldin?”, “Yapmak istediğin nedir?” Neruda, Müslüman olmadığını, biraz düşünmek için camiye geldiğini söylemiş, bunun üzerine “Hakkın var, burası fikre dalınacak bir yerdir. Yine gelebilirsin,” demişlerdi. “Doğu’da geçirdiğim yıllarda beni en çok etkileyen bu olay olmuştur. Bilirsiniz, fillerle yapılan ayinleri, maşlahlarla, ölü kafalarından kolyelerle süslü tanrıça Kali’yi... Üç beş kuruşa takla atacak rahipleri; bunları hiçbir zaman çekici bulmadım ben. Oysa, susuz bir havuz gibi serin, o aydınlık cami beni çok etkiledi.”


Ne çok sorusu vardı şairin, ne güzel cevabı.


Bu yazı ZAMAN Gazetesi yazarlarından Ali URAL'a ait yıllar öncesinden okuduğum ve herkesin bir kaç kelimesinde kendisini bulacağına inandığım bir yazı bir alıntı ile Haftada Bir yoluna devam ediyor anlayacağınız. Ama Aşağıda Haftanın Enleri Mevcut...


Seven Pounds ( Yedi Yaşam ) : Orjinal anlamı Yedi Diyet anlamına gelen ve ülkemiz de Yedi Yaşam adıyla vizyona giren Will Smith'in başrolünde oynadığı film. Will Smith Özünü böylesine ağır filmlerde buldu diye düşünüyorum, bir önceki Filmi Umudunu Kaybetme'de de Performansı görülmeye değerdi ki bu filmde Hem senaryosu hemde anlatım tarzıyla önemli bir yer tutmakta.


Kite Runner ( Uçurtma Avcısı ) : Bir kitaptan bahsedeyim bir vakit oldukça uzun süre New York Bestseller listesinin ilk sıralarını fethetmeyi başarabilmiş bir kitap. Yıllardır okuma alışkanlığım genelde Popülaritenin dışındaki eserleri takip etmekle geçti fakat şu sıralar kaliteli yapımlar bulamadığımdanmıdır ya da, hikayeler büyüklere hikayeler duymak istiyor olma halimdenmidir. Alıp okudum aynı zamanda aynı hafta içinde filmini de izledim bir kitabın filminin bir kitabı nasıl katledebileceğine bir kez daha şahit oldum, Neyse siz en iyisi kitabı alıp okuyun. Katıksız Aşk'a dair bildiklerinizi ve önyargılarınızı yıkmaya gücü yetecek derecede güçlü bir eser.


Tez Geceler ( Azerice A Trio ) - Gülben Ergen Kördüğüm : İki müzik var bu hafta haftanın enleri arasında geceler boyu uzun uzun mp3 playerda sürekli çalan iki şarkı. Biri azerice bir eser her ne kadar söyleyenini bilmesemde sözleri çok güzel kafkaslardan kopup gelmiş acılı bir kalbin soluklarını dinlerken hissedebilirsiniz. Gülben Ergen Kördüğüm : Ufak ufak başlayan ama zamanla aklınıza kalbinize akan bir ses haline gelen eşsiz şarkısı herşeyden önce şarkının içindeki sözlere bakılırsa. Hepimizin yardıma ihtiyacı var.....



Ali 2009

6 Comments