Dem Bu Dem...

23.10.2009 zaman: Cuma, Ekim 23, 2009 Gönderen illegalizma


Daha iyi anlıyorum ben bu hayata bunun için geldim. Bu kalp yangını bu bitmeyen özlem için atıyorum adımlarımı. Yaşadığım her şey anlamsızlık çadırında yanıp kül oluyor her şey tükeniyor. Sen dışındaki her şey EY Üstad’ım. Bilmem hangi ruh sancınızın hangi sırrın ayan beyan olma halinizdeki izdüşümünü bilmem kaç kez okuduğumda bilmem kaçıncı gözyaşının yanaklarımdan gayri ihtiyari döküldüğünü hiç bilemem. Dile beyan olmaz zaten ben söyleyemem.


Ağlamak kar etmez gönlümün içindeki fırtınaya ve onun çıkardığı yangına.


Hafız Ali geliyor aklıma. Beni de aynen siz gibi en çok o yaralıyor. Adı hayat ise zorlu yolculuğunuzda aynen siz gibi. Canına tak etmişler o gün alacaklar budur niyetleri onların. Sen gibi yıllardır hep o parça parça olmuş şalvarı giyen garibi. Ne yaptın ki sen onlara. Elinde zehirli iğne ile gelip vazifesini yapıyor hasta bakıcı ama sen zaten biliyorsun ecel gelmezse kul elinden ne gelir. Haber salınıyor talebelerine Hafız Ali dayanıyor duvara ve Yaradan’a haykırıyor Ya Hak benim canımı al Üstadınkini bağışla ve Hafız Ali rahatsızlanıyor önce revire ardından Morga kaldırılıyor Hafız canını bağışlıyor. Ve sen hala yaşıyorsun Üstad’ım. Her dem bu dem. Elimde okuyorum uzun süredir erteleyerek sabrederek zamanını bekledim Dem’in ve tam vaktinde geldi elime. Kaderimiz bazen bizi garip şekilde bir kitaba bir insana bir hayata taşıyabiliyor daha iyi gözlemleyebiliyorum. Kalbimin çakraları daha bir açık daha ötelerde.


Sadık Yalsızuçanlar’ın Dem kitabıdır sözünü ettiğim. Üstad Bediüzzaman Said Nursi ile tanışma hallerini kendi dilinde anlatmış söyleyivermiş. Vallahi içim hala titriyor. Elhamdülillah…

3 Comments



Hayal işte

Başlamaz ve bitmez bir alarm çalıyor durmadan. Bu vakte kadar hayatıma kurduğum bütün saatlerimi bozdum. Uzak diyarlardan çalıyorlar artık, ben onları bozma enstitüsünde çürümeye salıyorum. Yeni bir saatim var artık. Yıllar önce unutulmuş ama oldukça yeni bir saat. Bugün tam hatırlamıyorum belki de bugünlerden çok önce bir gün. Artık standart olmayan şeyler oluyor standart olmayan standartlardaki hayatımda. Biyolojik saatlerimi sonumuzun olduğunu kanıksadığım dönemlerde hayale kurdum. Bozuyorum işe kalkmayı okula kalkmayı çalışmaya paraya kalkmaları kaldırıyorum raflara.

Başarabildim nihayet. Hayallerime çalmaya başladı bu garip saat. Bana dair pek az şeyden biri bu saat eşsiz bir antika en büyük savaşları en derin yıkımları acıları görmüş korkmuş tırsmış bilmem kaç kez diz üstü çökmüşte asla kapaklanmamış. Unutulmuş harabeler altında kalmış ama eskimemiş. Mutlu olmuş yer yer içi içine sığmamış sık sık gökyüzündeki kaçıncı yıldızla dertleşmiş gecelerce yatağının üzerinde yürümüş bu saat kendi kendine kendince.

Kim demiş ki yüzde yüz bir gerçeklikten ibaretiz diye zaten nihayetiyle asla durduramayacağımız zamanın peşinde kalmaktan, takılmaktansa onunla yürümek daha makul geldi çok önceki dünlerden. Hayal etmeyi hayal ettim en başta yeniden oyuncaklar oluşturmalıydım kendime kimsenin dokunamadığı kimsenin kuramadığı en aptal en mantıklı en hayaller işte.

Cebimde öksüz kalmış umutlara karıştırılması lazım hayallerin, hatta sevişmelerini izlemeli hayallerin umutlarla. Zaten biri bir diğerini çoğaltmaya gebe cebimdekilerin. Hayal etmenin umudundan sa. Artık hayallerimi umut ediyorum. Umutla bakıyorum geleceğe, dev acımasız bir savaştan bir ötekine atılmak neymiş çok iyi anlıyorum. Etimde tırnağımda hissediyorum nicedir sonsuz mücadelenin nasırlarını. Korkutuyor bazen bu kadar katı halleriyle hayatımın hayta keskin uçları, ama Şükür ki hala içimde cebimde yeşeren kelimelerim var. İçimi hafifletme mücadelesi devam ediyor her şeyden önce. Biyolojik saatimi artık hayallere kuruyorum zaten hayalden ibaret silüetimle daha iyi anlaşıyorum bu aralar. Er geç nihayetinde hayalden ibaret olacağımın düşüncesi de destek veriyor bu garip hissiyat haline.

Doğum Günü(n)(m)

Bilmez misin sana gelmeyi ben ancak senden giderek başarabilmişim. Bu aşkın alnına ayrılık yazılmıştır.
Ben aslında tam bugün dünyaya geldim tam 19 Ekim’di bütün takvimler tam bu saatler, bu zamanlar işte. Her şey uzak her şey yakın her şey olabildiğince acı ve ağza damağa değmeyecek kadar tatlı. Ulaşabilecek kadar yakın sonsuzluktaki kadar uzak. Aşkın o bitmez hasreti kadar rahatsızlık verici. Sabrın aşkı, Aşkın sabrı. Ama elbet bir gün çarpacaktır gözleri gözlerime ümidi kadar huzur dolu sakin bir kıyı bugün. Bugün doğdu o yüzyıldır kemikleşmiş kozasını kırmayı bekleyen kelebek. Renkleri vardı kanatlarında Mor kadar Nazif, İstanbul kadar sakin. Gözleri yeşil bir kelebek. Üzerindeki eşsiz renklerine inat gözleri hala yeşil bir kelebek. Lokman hekim bugün buldu ölümsüzlük ilacını ve bugün buldu diye bugün öldü Lokman Hekim ilacın etkisiyle öldüren ölümsüzlükle. Ölmemeliydi neden öldü neden oldu. Olmayacak oldu gayri Leyla asırlardır kavuşamadığı Mecnun’u buldu sardı sarmaladı da aşka boğdu öldürdü bugün. İlk kez Leyla Fetheden oldu da Mecnun şaşırarak öldü. Doğuda Tarık Batıda Zöhre yıldızı bu gece kavuştu gezegenin üzerinde. Bir patlama oldu bütün dünya yıkıldı yeniden kuruldu bugün. Aşktan oldum aşktan öldüm ben. Bugün doğdun. Ben seninle doğdum ikinci uyanışıma ben olarak yaşamışlıklara bugün açtım gözlerimi.

Gökyüzünün bütün yıldızlarını sermek isterdim ayaklarının dibine yol eyleyip ez geç diye. Gökkuşaklarını hem de yaşanılmış veya yaşanıldığı zannedilmiş bütün çağlardaki bütün gökkuşaklarını örmek, biçmek, dikmek ve onlarla sana ipekten yumuşak bir yorgan yapmak isterdim. Seni sarıp sarmalasınlar ve sen artık üşüme diye. Hazin Güz’ün bütün alacalarını çalmalıyım moruyla, alıyla, sararmış baharıyla senin için doğadan. Ve Pür-i Neş’e Baharında sunmalıyım bunları sana.

Güneşli bir nisan yağmuru olmalı hediye kutumun içinde. Sabah meltemlerini doldurmalıyım kucağıma, Rüzgar Deviyle kıyasıya savaştıktan sonra. Sana huzur sunsunlar diye. Ya da bilmem o kaçıncı sabah namazlarındaki dualarım, ağıtlarım dokunmalı yanaklarına. Veyahut O tepede sen aklımı kemiriyorken, Ruhumdaki mabedinde zülfünü arkaya atıp depreşiyorken yani kalbimin sen ile dolu tarafları kanıyor, genişliyor iken gözlerimden dökülenler olmalı kesemde.

Sana verilecekse bir hediye.

Uzanıp alnına bir öpücük konduramıyorum gecenin derinliklerinde ilaç olsun boğulduğun acı denizinden nefes salsın bağrına diye.

Yok yok layık değil hiçbiri sana.

Olsa Olsa bir ayna gösterebilir dünyanın en güzelini yine sadece sana.

Bağışla beni ey yar. Varsam yoksam bu kelimelerden ve senden ibaretim ben.

Hayal de sen gerçekte sen.

Sen ki! Sen bir bilsen!...

Sen doğdun. Ben de sana doğmuşum demek isterdim İyi ki doğdun demek.

Bu arada iki haftadır durup durup telefonumdan dinlediğim bir şarkı var dogaicincal.com adresinden indirebilirsiniz.


Haftaya İnşa Allah görüşmek temennisiyle

Selametle…

Ali 2oo9

2 Comments

NEDEN...

9.10.2009 zaman: Cuma, Ekim 09, 2009 Gönderen illegalizma


Hayat akıyor kendi yolunda bir bedenin damarlarının içinde akan şey mahiyetinde sürükleniyor her olay. Ne akacak kan damarda duruyor ne de zaman. Durdurmaya gücümde yetmiyor zaten. Ne kan durmalı ne de zaman. Ben bu hasretin içinde iken zaten ne kanın önemi var ne de zamanın. Bir tepeye tırmanıyorum. Oradan tepeden yükseklerden izlemeliyim. Kendimi dinlemeliyim. Susmalıyım kesin suskunluğa boğulmalıyım. Ruhuma dokunmalıyım biraz demlenmeliyim.

Özlüyorum hasret çekiyorum bu kadar içten bu kadar derinden hissediyorum. Ellerim ayaklarım ruhum hepsi eşlik ediyor bu özleme her taraftan ağıtlar yağdırıyorlar. Kalbimin hasrete salınmış yüzüne. Bakıp bakıp acıyorlar çok garip kendi parçalarım yine kendi parçalarıma üzülüyor ağıt yakıyor. Artık kalmayan o kalbime. Yanan küllenen biten yıkılan o kalp dediğim organa ruhumu fani bedenimde saklayan kalbime. Yetmiyor içimdekiler durdurmaya bu hasreti. Ne ben varım şimdi ne de sen aşk var ortada adı sadece hasret olan. Her defasında en olmayacak taşa ayağı takılıyor tam bitecek sonsuz özlem yeniden başlıyor şafaklar belki görme ihtimalleri sürüklüyor gecelerce ardında beni, hastalıklı gözlerimi, yangın yeri ruhumu. Kenetleniyor bakışlar o kapılardan kapı açan tavana. Karanlık her şey her zaman şimdiki gibi. Bitmez bir karanlık var. O kadar çok ki var olmayacak mutluluk hayalleri ve o kadar çok ki o kenarları kesik rüyalar. Hep te en önemli o kesilen parçacıklar tam ulaşıp elini işte benimsin artık diyerek tutacakken aslında ben bile yokmuşum bunu anlatıyor. O kesikler o parçalar. Bir enteresan bu alem tam çözecekken düğümleniyor ve en önemli yerleri kesik o rüyaların. Aslında olması gereken yok hep. Aslolan değil artık yaşadığım aslın kopyasını bile yaşayamıyorum. Elimden alınmış birçocuğun en değerli oyuncağı, bir babanın en sevdiği evladı, elimden alınmış bir Leyla. Ne bir şair ne bir müzik kesiyor, ne de dillendiriyor içimdeki derin özlemi. O sonsuz ve sonu olmayacak yangını. Hayal işte benimki oturup dinlenmeliyim.

Hafta boyunca ne olduğunu kestiremediğim olaylar örgüsündeyim. Evet evet çok özlüyorum burnumun direği titriyor her aklıma geldiğinde sırtımdan ateş desen değil buz desen değil bir geçit töreni alayı süzülüyor. Her zerrem eşlik ediyor ardından. Bu aşka hayal halime, bu sevdaya makus talihin bulaşmış denklemine. Çözemiyorum. Çözmeye kalktığımda her defasında elime yüzüme bulaştırıyorum. Artık çözmeye korkuyorum. Kalbim tersinden çalışıyor nicedir. Ben neden buradayım, neden bu anları yaşıyorum ve nasıl taşıyorum yer yer hayret ediyorum. Nedenleri toparlayıp onca gece olduğu gibi bu gecede sırtıma alıyorum. Ne garip nedenleri yüklenebilmek için binlerce neden daha oluşturuyorum. Neden diyorum. NEDEN.

Haftanın Enleri yaşam şartlarına takılmış durumda aslında en nihayetinde hayatın kendiside uzun uzadıya bir en... Ama uzun süredir izlemek istediğim Hancook adlı filmi nihayet izleyebildim. Serseri olmanın aslında kişiye özel yalnızlık getirdiğini. Trajikomik anlatım tarzı ve Filmin o çok derinlerinde kavuşunca yok olan aşktan bahsetmesi eşsizdi. Hem zaten Charlize Theron'un Gözyaşları görmeye değer...

Şimdilik bu kadar Haftada bir - bir şekilde Yaradan'ın izniyle sizlere ulaşabiliyor.

Ali 2oo9

1 Comment

Kadim bir acının oluşturduğuyum aslında ben
Sen var iken ses var imiş yol var imiş ben var imişim de ne olmuş. Nedir niyedir bunca güzellik bu koskoca alem nedendir. Sen güzel iken yani kısacası sen var iken.
Bütün var olmuşlara inat sende yok olmuş bir acı deniziyim. Fırtına sonrası acılara inat daha sert acıya atılmaya muktedir. Bütünüyle acıyım ben.

Yok aslında hiçbir şey ne içimin acı yangını ne buram buram hüsran ne de tüten efkar…
Senim ben sadece senden ziyade o uzaktaki tepeye bakarken. Ağlarken gülerken. Sen işte ne kadar olunabilirse ve kim sen olabilirse.

Aslında haddim değil sen olmak yok yok olacak kadar yok layıkıyla sevilememiş
Hep havada kalmış hayat senin kelimelerin benim kelimelerim gibi aynı sen aynı ben gibi.
Gök yüzünde bir yerlerde takılı kalmış hikayemiz.

Hep geriye saran asla ilerleyemeyen bir video içinde kaseti olmayan aslında herhangi bir elektriğe de ihtiyaç duymayan bir video. Sırf geriye saran hep en başta başlayıp sonsuza uzanmaya meyilli. Sonsuza doğru başa alma tahakkümü.

Mahkumiyet bu zincirlerle prangalarla her türlü işkence aletiyle bir esaret altında kalbim dediğim ülkem. Artık sadece söylenebiliyor o bana haiz olmayan onca ben parçasından herhangi biri kalbim. Zaten sen adlı kanser ilk oraya bulaştı söküp atmak istemedim ne garip onca yaksa kavursa da tedavi olmak istemiyor ne kalbim ne de ben. Acıyı taşımalı sırtında ancak bu sevdanın acısıdır bana yaşadığımı hissettiren kurak topraklarıma baktıran yer vahaya dönen güzel bir seraba inat. Ağlanacak o omuza inat. Bu aşkın hakkıdır acı. Asla ulaşılamayacak sonsuzluğa ulaştıracağını varsayarak susmaktır.

Ağlamaktır en erkek cesur delikanlı halinle dünyanın orta yerinde. Bu aşkın hakkı hep özlemdir, hiçbir kavuşma ihtimali olmasa bile bütün yollar kapalı hatta anahtarı yıllar öncesinde kaybolmuş kilitlere vurulduğunu bile bile hep beklemektedir bu sevdanın adı. Asla birleşmeyecek iki eldir hep korkak hep korkacak iki el. Titrek kabuğuna çekilmiş iki hasretli el. Biri dünyanın en yarım adamı diğeri ise fazlasıyla fazla bir kadın bu aşkın iki garip tezat karakteri.

Olmayacak bir şey olur iki farklı dildir konuşulan asla aynı sözcüğü söyleyemeyen iki uzak dil iki uzak kelimedir. Ne seni seviyorumdur ne seviyorumdur seni. Yoktur sözü dili kulağı. Delikanlı yıllardır dünyayı yüklenmiştir. Garip ki kız yüklenmeden yaşamayı çoktan keşfetmiştir dünyayı. Ve ayrılık çalar kapıyı. Yusuf’u önce zındana attırıp ardırdan Züleyha’yı bulduracak kader adı örümcek ise örmüştür ağlarını. Kays Kayslıktan olmuştur zaten Leyla’nın gözlerinde Mecnunlaşmıştır kader sayesinde. Hem Tahir ne kaybederdi sevdiğinin adı Zöhre olmasaydı fakat Zöhre bağrında gerçek sevdanın çocuğunu yani ayrılığı taşıyarak gelmiştir Tahir’e. Yani hayata tecelli, tecelli eden hayatlarda hep ayrılıklar kesindir. Hani aşktır adı bir yerde. Ne yüzyıllık Maşuk doyar Aşıkına ne aşık kana kana yanaşır kıyılarına Maşukunun. Aşktır adı sevgidir hastalıktır ruha işlemiş. Lokman Hekime ölümsüzlük ilacını buldurandır. Ama yine de hayatta ölmektir yaşadığını varsayarak.

Sel’in çoktandır heba ettiği ardından kuraklığı saldığı bir çift herhangi gözdür şu an ekranda gezinen çarpan çırpınan ölümsüz hasretini besleyen bir kalptir bu kelimeleri yazan. Aslında yazan değildir aşka dair öz yazdırandır. Zöhre’dir Ayşe’dir Leyla’dır. Tahir’i de Ali’yi de Mecnun’u da kendisi yapabilen. Aslen aşk ALLAH’tır ancak Allah’adır sevgi cismani Batıni aşklar yoldur İlahi sevdaya adımlardır. Yaradan’a dualarımla sana nice geceler sabahı getirmeye çalışan bir kalptir Sevgili…

Hayatımı değiştiriyorum demiştim en sonunda adımlarımı attım ilk adım korkulduğundan da daha az rahatsızlık verici. Aslen sorular var aklımda beni uçan halıya oturta bilecek mi o ören durmadan çalışan sürprizlere gebe garip kader bilinmez. Fakat sorgularımdır bana yarenlik eden nice geceyi sabaha taşıyan gözlerime uykuyu haram kılmaya yeminli hesaplaşmalardır. Kendisi, dünyası var olan her ne ise işte onunla savaşan zırhlanan sorulardır içimdekiler.
Haftada bir bu hafta yine burada. Kendime yazdığımı zannettiğim kağıtlar nasip denilen girdabın garip esintilerine kapılıp kopup şans eseri dünya ile bağını kurabilecek bir yol bulup gelmiştir işte buralara. Eylülden midir bilinmez ama hazan esiyor kulaklarımda korkuyorum ama çekinmeden ilerliyorum en korkulana doğru.

Özümüzdü konumuz Aşk okuduk yazdık karanlık mum altında oturup dertleştiğimizdi. Aşk işte adı sanı olmayan belirsizlik boşluk belki beşinci elementtir şu an haykırdıklarım.
Haftaya görüşmeyi umarak

Güneşe Ve Ay’a boyun eğdirene emanet ederek

Delikanlının dilinde Kendi deyimimle Selametle…

Ali 2oo9

2 Comments