Henüz on yaşında ve minicik ellerinde taşıdığı taş ile o göletin başında durmuş gözleri yaşlı bir çocuk var. Elindeki taşı suyun içine atıyor. Su içinde halkalar oluşturarak taşı bağrına alıyor. Taşın zemine yani suyun dibine düşmesini takip ediyorum bu durum buraya kadar çok güzel ama ne oluyorsa taş tam zeminle karşılaştığında oluyor. Çok büyük bir patlama meydana geliyor suyun dibindeki toprak ve su aynı anda gökyüzünün kucağına hücum ediyorlar. Beyin dalgalarım yeni dalgalarla kesiliyor. ve yarım saat kendini tekrarlayan hayal bitiyor.
Haftada Bir - Ucunu kestiremediğim bir süreliğine sizlere veda ediyor...
Bir daha görüşmek üzere Selametle...


Ali 2009- 23/06/2009

0 Comments


Zamanla barışamayanların hikayesidir anlatacaklarım. Hem doğru dürüst pek bir şey anlatmayacağım okurun gözleri anlayacak. Saat gecenin ruhu en karanlıklara ittiği zamanlarda. Kör karanlığa gecenin elini sıkı sıkı sarmış ruh ile ilerlemekte. Cumartesi gecesinin en karanlık saatlerini elindeki kürekle gömüyor yerine Pazar sabahını aydınlatacak saatlerini doğurmaya hazırlanıyor zaman. Pazar sabahı 03:06 ellerim ceplerimde bana külliyen tanınmış özgürlüğün dibine dalıyorum bu saatte yürüme saatlerimi yaşıyorum. Gezip turluyorum kıvranan sokakta. Bildiğim ama bu saatlerine pek tanık olmadığım yerler. Şimdi dönüp içeriye bakıyorum kapakçıklarımdan doğuyor garip hisler uzun zamandır adını unuttuğum organımdan tepelerime doğru yol alıyorlar. Beynime gidiyor kalbimden doğanlar. Hemen o sırada kuyruğunu tutuyorum saf his yazmak istiyorum sizlere uzanıp dokunduğunuzda monitörden üstünüze bulaşacak şeyler. Beni rahatsız ettiği kadar sizleri de rahatsız edecek ya da bir o kadar huzur verecek şeyler yazmak istiyorum. Ama dağılıyorlar parçalanıp bütün bedenime dağılıyorlar. Şimdi onların peşine düşüyorum misketlerini dökmüş gözünde yaşlar sekizinde bir çocuk oluyorum onların ardından. Koşturuyorum çaresiz. Parmaklarımın uçlarındakilerini alıyorum döndüğümde içimdeki depremlerden dolayı kaçmış buluyorum geride kalan hepsini. Yok olmuş görüyorum onları.




Ne yazık anlam ifade etmeyen edemeyecek olan bir pazar sabahı sancısı gökyüzünde. Hayal aleminin derinlerinde dağınık puzzle parçaları var aklıma dair. Pazar kahvaltısı hayalleri, sonsuz uzaklıktaki mutfaktan çıplak ayaklarının benliğini dünyaya haykırdığı adımlarının melodisi çalıyor kulaklarımda. Misafir ediyorum...



Hayat bu işte ötelerden ötelere giden bir hasret olmadık bir gurbet. Sabır alıyorum bağrıma ilmik ilmik işliyorum. Ellerim ceplerimde, Tabiatıma dağılıyorum.


Kokluyorum saçlarını gönlüme salınan sabrın ve sabır senden bana sabır ihsan et diye dile gelip dileniyorum...

Ve bir kaç saniyeliğine bir haziran yağmuru....




Ali 2009

1 Comment


Kafamda kocaman kulaklık zifiri karanlık odada uyku ve uyanıklık arası sesin beynime usulca doluşmasını izliyorum kendimce melodilere, notalara, sözlere kılıflar giydiriyor dans ettiriyor onlarla eğleşiyorum. Aslında aklıma oldukça yumuşak davranıyor o şarkının sözleri usulca yormadan ama düştüğü yerlerde deprem etkisi yarattıkları kesin. Yankılanıyor, beynimin çeperlerine oradan kaptıklarıyla kalbime yol alıyorlar. Hatta düştükleri yerlerde bulunan karmaşık düşüncelerimi etrafa yayacak derecede yaygara çıkarıyorlar. Onları yakalayamıyorum, bağlanamıyorum.

Evet evet ben bu dünyadan ayrılarak besleniyorum. Diğer bir deyişle hep eksik yarım kalarak, bağlılığı uzatmayarak hatta acıtacak derecede ayrılarak hayatımı sürdürüyorum. İnsanların büyük çoğunluğu belirli yollardan bir şeylere bağlanarak hatta bağımlılık yaparak yaşamaya alışmış, ben ise aksine kendi kurduğum kaleleri yine kendim yıkıyorum, Ve ya Onca zaman ve emek harcayıp kurduğum her şeyin yıkıldığını gördükten sonra kurmama hali oluşturuyorum kendimce kendimde. Kurmamam gerektiğini hissettiren bir bıkkınlık yayıyor içime. Bazen çok büyük bir mutluluk oluyor bu durum bazen ise haddimden fazla acıtıyor. Yine anlıyorum. Ayrılıyorum ve ayrılıklarla bağlanıyorum bu dünyaya.

Geçtiğimiz hafta - hafta içi bir gün bahar firarlarından birini sürpriz bir şekilde müsait bir akşam üstü yakalıyorum. Ve hemen salıyorum kendimi gölün ucuna ve tam kaçılması gereken bir akşam üstü imiş daha iyi algılıyorum. Garip karanlık bir sis var ve ufaktan çisildeyen yağmur var. Her damla göle düşüyor bir damla diğer damlayı öldürüyor ve damlalar varlıklarını birbirlerini yok ederek sürdürüyorlar. Hoşuma gidiyor var olmak için yok olmak, yok olmak için var olmak gerekir gibisinden bir masal anlatır haldeler. Damlalar benden habersiz toprağın koynuna girerken güle düşerken yani gökyüzü yeryüzünü gözyaşlarıyla kucaklarken ve sevişirken ve O aşk halinin eşsiz kokusunu yayarken. Ben pek içmek istemediğim bir sigara çıkarıyorum cebimden, yakıyorum. İkinci yudumundan sonra büyük bir huşü ile bütün bedenimi o zehirle ve belki de panzehirle dolduruyorum. Boğazıma selam vererek geçiyor kendinden bıkmış duman aynı zamanda ciğerlerime dağılıyor. Onu izlemeye, takip etmeye çalışıyorum, ama en fazla dördüncü yudumdan sonra ondan da sıkılıyorum.

Bağlanma fobisi olan bir insanım. Dünyam denen sınırların içinde kanıksadığım birkaç kişi dışındaki herkese karşı sadece selam vermek ve selam almak görevi addetmiş gibiyim. Kim bilir zaman denen süreç içindeki realiteyi şimdiden görmeye çalışıyorum. Bağlanma fobisine bağlılık yeminim var.

Haftanın En’leri :

“Bağlanamıyorum, bağlandığımda da çözülemiyorum.”

“Hınca hınç dolu camide kılınan Cuma namazı.”

“İki yıl önce yaptığım basit bir hatanın ceremesini tam iki yıldır çekiyordum nihayet bu hafta hafta içinde bu hataya dair hiçbir kalıntı kalmadı pahalıya mal oldu ama bana eşsiz tecrübeler kazandırdığını yadırgayamam. Bir kez daha gördüm ki dıştan küçük görünen içten kocaman olup sizi sarmalayabilir. Ya da dıştan kocaman görünen bazı şeyler içinde ufacık bir cüce barındırabilir.”

“Bu şehirden bu kadar çok ayrılmak istediğimi bir kez daha çok derinlerden sezinliyorum. Ve ne garip ki bu şehri keşfetmeye uzağıyla yakınıyla tanımaya başlıyorum. Hem de şu süreçte Öyle bir hevesle çabalıyorum ki sanki sevgilisinden ayrılmaya karar vermiş de ama hala O na bağlı kalan yanlarını koruyan bir adam gibi. Elbette kökümden ayrılamam ama bu toprakların suyu da katığı da ya çok fazla ya da pek az gibi.”

“Siz de benim gibi bütün bir hafta Yasmin Levy’yi dinleyin. Yorum yapmayayım söz söylemeyeyim. Ama tutamam ki kendimi ve kendisi için kalbinin ses tellerinde attığına inandığım nadir varlıklardan biridir derim gayri ihtiyari.”

“Ve KIRKALTI KARAKALEM her ne kadar ihmalkarlıkla ilk sayısını kaçırsam da en azından ikinci sayısına ulaşmanın verdiği garip hissi anlatmak tarifsiz. Psiko nörotik bir dergiden ne bekliyorsanız fazlası var Kırkaltı Karakalem’de. Bir ara nasıl bu isme kavuştuğunu da yazarım. Yazarların dilleriyle beyninizin taze ya da bayatlamış taraflarını yaladığı ve bundan acı çekerek hoşnut olduğunuz bir dergi.”


“Sensiz yalnız kaldığımı zannetme sakın. Sen gittin ben kimsesizleştim. Siyahlar karanlık acemi hoyrat siyahlar senin üzerinde cennet olmuş. İçimdeki renklere birkaç renk daha katıyor o siyahlar senin siyahların asil keskin ve tam yerinde.”


Haftaya görüşmek üzere Şafak saymaya başlıyorum.


Ali 2oo9

2 Comments