Şizofrenin Aşkı

29.03.2009 zaman: Pazar, Mart 29, 2009 Gönderen illegalizma


Babam öleli 12 yıl olmuştu ve ben 20 yaşına geldiğimde babasız olmanın acısını artık çok daha iyi anlıyordum. Annemle birlikte küçük ama mutlu bir dünya kurmuştuk kendimize.


Mevsimlerden bahardı, sokaklarda parklarda dolaşıyordum. Bu bahar daha bir coşkulu hissediyordum kendimi. Birçok arkadaş edinmiştim. Mehmet,Can Can'ın kuzeni Merve ve daha birçoğu.Her gün belirli saatlerde buluşup eğlenceli zamanlar yaşıyorduk.Onlarla o kadar eğleniyordum ki işe dahi gitmiyordum.Yine işe gitmediğim bir günde yalnız başıma dolaşırken arkadaşlarımla her zaman oturduğumuz parkta gördüm onu.O kadar güzeldi ki.. Bir süre çevresinde dönüp beni fark etmesini umdum ama bana hiç bakmıyordu. Tam umutsuzluğa kapılmışken son bir cesaretle yanına yaklaştım ve "Oturabilir miyim?" diye sordum. Deniz mavisi gözleriyle bakıp, küçük bir tebessümden sonra."Oturabilirsiniz" dedi. Kalbim heyecandan deli gibi çarpıyordu. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sonra kısık bir sesle,"Adım Vedat," diyebildim. Bana dönüp "Nazlı" dedi. Bir süre sonra telefonlarımızı birbirimize verdik ve ayrıldık. Akşam olanları anneme anlattım. Annem gözlerimdeki mutluluğu fark edince çok sevinmişti. İlerleyen günlerde Nazlı ile daha sık görüşür olduk. Zaman ilerledikçe ona daha çok bağlanıyordum. O hayatıma girdikten sonra işe gitmeye bile başlamış, diğer arkadaşlarımla da daha az görüşür olmuştum. Arkadaşlar sitem edince kendimi affettirmeye, onları akşam yemeğine davet ettim. ve hazırlık yapmak için erkenden eve gittim. Anneme arkadaşlarımın geleceğini ve güzel bir yemek yapmak için hazırlığa başlamamız gerektiğini söyledim. Akşam gelip çatmıştı. Kapı çaldı, hemen koşup açtım, Arkadaşlar gelmişti. Onları salona alıp sofrayı hazırlamak için mutfaktaki anneme yardıma gittim. Sofra hazırlandıktan sonra salona geçip onları içeri çağırdım. Arkadaşlarımı masaya alırken annemin bakışlarındaki korku ve şaşkınlık ifadesine bir anlam verememiştim. Tam arkadaşlarımı tanıtıyordum ki annem büyük bir feryatla masadan ayrılıp gitti. Olanları bir türlü anlayamıyordum. Arkadaşlardan özür diledim ve yemeğe başladık. Yemeğin ve sohbetin ardından arkadaşlar gitti. Annemin odasına çıkıp olanları sorduğumda hiç cevap vermedi. Sadece yüzüme bakıp ağlıyordu. Aradan 3 ay geçmişti. Arkadaşlarla ve özellikle Nazlı ile görüşmelerimiz iyice sıklaşmıştı. Bir ara anneme sözü Nazlı'dan açıp onunla birbirimizi ne kadar sevdiğimizi ve evlenmek istediğimizi anlattım. Annem mutlu olmamdan gülüyordu. Ama gözündeki korkuyu ve acıyı hissedebiliyordum. Öbür gün iş dönüşü eve geldiğimde bir misafir vardı. Tanıştık ve annem o arada kayboldu. O adam bana tuhaf sorular sorup durdu.1-2 saat oturduktan sonra annem gelip misafiri yolcu etti. Anneme gelenin kim olduğunu sorduğumda doktor olduğunu söyledi."Yoksa hasta mısın?" dedim. Annem doktorun benim için geldiğini ve sadece genel bir kontrol yaptırmak istediğini söyledi. Sabah erken kalkıp hastaneye gittik ve birçok testten geçirildim.


Bir kaç saat sonra doktor gelip hiçbir şeyimin olmadığını söyledi ve annemi odasına çağırdı. Akşam eve geldiğimde annemin gözleri ağlamaktan şişmişti. Ne olduğunu sorduğumda, "Bir cenazeye gittim, çok etkilendim,"dedi.


Artık Nazlı ile hemen hemen her gün görüşüyorduk. Her geçen gün ona olan aşkım içimden taşacak gibi oluyordu. Eve erken döndüğüm bir gün misafirler olduğunu gördüm. kimse beni fark etmedi. Mutfağa gidip atıştırırken ister istemez konuşulanlara kulak misafiri oldum. Konu bendim ve annemin niye böyle üzgün olduğunu o an anladım. Meğer hastane, doktor hep bu yüzdenmiş. Meğer ben şizofreni hastasıymışım adını bile bilmediğim bu hastalık beni hayal dünyasında yaşamama neden oluyormuş. Misafirler gidene kadar ortaya çıkmadım Annem onları geçirince beni arkasında gördü ve "Bir şey duydun mu?" der gibi yüzüme bakıyordu. Ona, "her şeyi duydum," dedim. Kadıncağızın gözleri dolmuştu ve bana sarılarak ağladı. Ona üzülmemesini ve kendimi çok iyi hissettiğimi söyledim ama gerçekten korkmuştum. Bana arkadaşlarımı davet ettiğim gün hasta olduğumu anladığını söyledi. Annemin anlattığına göre benim hiç arkadaşım yoktu. Eve davet ettiğim kişiler tamamen hayal ürünüydü. Annemin hazırladığı sofrada sadece ben oturmuştum ve sanki arkadaşlarım varmış gibi saatlerce o hayali varlıklarla konuşmuştum. Hiçbir şey umurumda değildi. Her şey, bütün bir Dünya hayal olabilirdi ama ya Nazlı. Ya o da hayalse? Bu ihtimal beni delirtmeye yetiyordu. Annem birçok ilaç getiriyor ve bunların rahatlamam için olduğunu söylüyordu. Ama ben zaten rahattım. İşten ayrıldım ve aradan 3 gün geçtikten sonra dışarı çıktım. Her zaman gittiğimiz parka gittim. Arkadaşlar yine oradaydı. Aslında belki oradan hiç ayrılmamışlardı. Onlarla konuşurken parktaki diğer insanların alaylı alaylı güldüğünü fark ettim. O gülen insanlara,"Siz gerçek değilsiniz!" diye bağırdım.


Ama onlar sadece gülüyorlardı. Peşimi bırakmalarını söyledim. Nereye gidersem onlarda benimle beraberlerdi. İlaçlar beni iyice dağıtmıştı. Düşüncelerimi toplayamıyordum. Arkadaşlar da yavaş yavaş benden uzaklaşıyorlardı. Nazlı'yı aramaktan korkuyordum. Çünkü ararsam Nazlı diye birinin olmadığını anlayabilirdim. Bir gün dayanamayıp aradım ve her zamanki yerimizde buluştuk. Ona bir yandan başıma gelenleri anlatırken diğer yandan da çevredeki insanları süzüyordum. Yine bana gülmelerinden korkuyordum. Eğer bana gülüyorlarsa bu Nazlı'nın olmadığını gösterecekti. Evet çevredeki insanlar yine bana alaylı bakıyorlardı ama bu defa gülmüyorlardı. Nazlı olayı beni gün geçtikçe bitiriyordu. Bir gün anneme Nazlı'yı eve getireceğimi söyledim. Annemin gözleri kocaman oldu. Yine bir hayali eve getireceğimden korkuyordu. Ama ben kendime güveniyordum. Nazlı bir hayal değil gerçekti. Annem isteksiz olsa da benim ısrarımla kabul etti. Bir gün Nazlı'yla buluştuk ve ona ,"Seni biraz sonra anneme götüreceğim," dedim. Nazlı çok telaşlandı. Hazırlıksız olduğunu söyledi ama ben ısrar edince kabul etti. Artık geri dönüş yoktu. Biraz sohbetin ardından eve doğru yola koyulduk. Sokağa gelip eve yaklaştığımızda son bir kez kulağına eğilip "Seni çok seviyorum," dedim. Eve geldik, kapıyı çaldım. Annem kapıyı açtığında ben önden girip ayakkabılarımı çıkardım ve Nazlı'yı içeri aldım. Anneme bakıp gözlerimle Nazlı'yı işaret ederken kalbim duracaktı sanki. Annemin gözlerindeki yaşı görünce olduğum yere yığıldım. Demek yine hayaldi...Ama annemin ağzından çıkan şu kelimeler benim için o an bir dua kadar kutsaldı; "Hoş geldin, güzel kızım,,,"

Bu hafta bir alıntı yazdım aslında pek alışık değilim başka yazarların yazılarını yazmaya biraz edebiyat yönü olmayan gerçekliğe birkaç adım yakın bir yazıydı. Aslında dünyamızda pek gerçek realist bir yer değil Bayan Lazaros desem herhalde söz konusu söylevimin söylevden öteye gerçekliğe uzandığını algılayabilirsiniz. Henüz 30 larında şiirler yazan küçükken babasının intihar ederek kendisini terk ettiği bir kadın Sylvia Plath Bayan Lazarus adlı şiirinde şöyle söylüyor. Bir ölürüm ki cehennemden gelir gibi olurum./ Bir ölürüm ki adeta hakikaten Olurum./ Bu üçüncü sefer /Ne lüzumsuzluk/ On yılda bir imha…. diye dizeleri vardır tam 30 yaşında eşinin kendisini başka bir kadınla aldatması sonucunda zaten sağlam olmayan psikolojik yapısının derin çatlakları artık yıkılacaktır. Ve Sylvia ardında iki çocuğunu bırakarak dünyanın pek te alışık olmadığı bir tarz da intihar eder. O ardında bıraktığı ve kendisine Boşlukların kıskanarak yaslandığı. Gerçeksin sen adını verdiği erkek çocuğu Nick ( Nicholas ) ondan 46 yıl sonra geçtiğimiz hafta intihar etti dünya bir garip işte bilmem algılayabiliyormusunuz.
Yan tarafta Cüneyt Ergün Söylüyor 2OO4 yılında Fransız yapımı Jeux D'enfants ( Cesaretin Var mı ? ) adlı filmden toparlama güzel bir klip olmuş.. Filmde izlenmeli kesinlikle


Alish 2oo9

0 Comments

İstanbul

23.03.2009 zaman: Pazartesi, Mart 23, 2009 Gönderen illegalizma



Hiçbir şehir İstanbul kadar başka diyarlara başka dünyalara taşıyamaz gönüllerimizi herhalde. Onca acımıza ve kendi içinde taşıdğı kendine özel o eşsiz hüzüne rağmen güldürmeyi bilen aziz şehir.


İstanbul konumuz sadece İstanbul....


Kaç delikanlının en deli sevdası demek İstanbul Kaç aşk demek bilirmisiniz.


Nazende bir sevgidir o aslında. Hiçbir zaman adamakıllı konuşamazsınız açılamazsınız İstanbul a hep kırar kolunuzu kanadınızı. Ama bu dayanılmazlığı çeker kendine. Bu kendisine basleyipte tek kelime edemediğiniz kelimeler büyütür kalbinizde o şehri. İstanbul da asla yalnız değilsinizdir ama bu kadar yalnızlığı da hissedeceğiniz başka hiç bir diyar yoktur koca dünyada İstanbul gibi.


Soluk aldığınız yerin adı İstanbul ise eğer bir başkasınızdır aklınız hep bir kaç karış havadadır. Her an herşey olabilme ihtimaliniz vardır. İstanbul da her defasında farklı kapılarını açar size siz görmeseniz bile ve ancak bu kadar kesişebilir ve bütünleşebilirsiniz bir şehir ile. Yaşamınızı ancak bu kadar yaşıyor ve hayatta hissedebilirsiniz. Düşünsenize o kalabalık sokakta herhangi bir pencereden izliyorsunuz burnunuza yer yer baharat kokuları geliyor bir tarafa uzandığınızda bitmez bir çizgi gibi uzanıyor karışınızda. Sanki uzandığınızda ruhunuza kalbinize dokunacakmışsınız gibi hissedersiniz o kadar savunmasız yakalar ki sizi bir an gözyaşları içinde kalırsınız ve bir o kadar kalabalık yakalar ki kahkahalara boğulabilirsiniz aniden anlamsızca. Uyanmak istemezsiniz bir çok zaman kimseniz orada olmazsa bile sanki ardınızda bıraktığınız şehir size sizin dilinizden ağıt yakar gibi bakar. Ve başka hiç bir şehire bu kadar hüzünle bakamazsınız..


Yüzyıllardır hep bir başka olmuştur hep bir sevda hep bir acı ve acılardan doğan mutluluk huzur olmuş, huzur vermiş kendince. Kader olmuş adı bazen koca şehrin. Nicelerine umut kapısı olmuşken nicelerini yutmuştur. İki ayrı vazgeçilmez kılar belki hayatınızın bu yeknesak hali sadece İstanbul da yerli yerinde teselli de bulunur. Bir kadın gibidir nazlı şehir tam 32 sinde sanki onca acıdan aşktan arta kalan ve bütün güzelliği ve gücüyle ayaktaymış gibi dimdiktir. Tam 32 sinde ne çok genç ne de yaşlanmış bir silüeti vardır kendisinin olgun bir kadın ruhudur onda olan. Ulaşılmazdır hep hani kendi duvarları kendi sınırları vardır ve siz sadece ah çekersiniz ardından işte böylesine birşeydir İstanbul. Tariflerinize sığmaz genelde. Yürürsünüz caddelerinde sıcak bahar güneşi olmasa da bazen yakar içinizi buralar baharın sersem mutluluğu dökülür üzerinize ordan burdan. Yağmur yağmasa da sırılsıklam olursunuz hazan sarar dört bir yanınızı bu şehirde.


Eyüp tepesinden hüzünle izlersiniz bir vakit bakarsınız ve sadece kendinizin ve İstanbul un duyacağı tondan hıçkırırsınız yer yer. Ardından uzanıp karaköy iskelesinden vapura binersiniz o kalabalıkta boğulacakmış gibi olursunuz ama o kadar geçici bir histir ki bu iki kıtayı birleştiren deniz hemen bağrına alır kalbinizi birlikte çarparsınız. Bir bakmışsınız ki herşey tuz buz yok olmuştur sadece siz ve deniz kalmıştır. Az önce ağlayan koca adamdan eser kalmamıştır hani uzatıp simitlerinizi paylaşırsınız boğazın asıl sahipleriyle martılarla. Ve dönüp dalga geçersiniz kendinizle nasıl bir ruh nasıl bir kalbim var benim böyle iki saniye önce ağlayan ben değilmiydim ki şimdi bu derece huzurluyum. Ama hayır hayır bu benim karışıklığım değil ancak bu şehir yapabilir bunu diye uzun uzun izlersiniz yeditepeli aziz dostunuzu.


İstanbul hala sana ait kutsal bir gecede ay ışığı altında saçlarını taramak hayali vardır Yar'in.


Yazarım yazarım da bitiremem sevgililerimden İstanbul'u. Kimbilir ne zaman karşılaşacağız nasıl görüşeceğiz tam bilmiyorum ama buna inanıyorum O beni kabul edecektir.


Haftanın enlerine gelince. Nil'in son albümü gerçekten güzel dinlemelisiniz hele bir şarkısı var Yalnız Kalplerde Atar diye devam eden. Aslında zaten Nil'in özünde yaşlı bir kadın ( bu şarkı sözlerine yansımakta ) dışında şımarık bir kız ( bu yaşam tarzına ve hareket dolu kıpır kıpır şarkılarına yansıyor ) vardır şarkılarından bunu pekala anlayabilirsiniz. Bu hafta 2 filmimiz var bir Babel ( Babil ) 4 farklı ülkeden 4 farklı hayatın birbiriyle ilişkisi işlenmiş dramatik Alejandro Amenabar tadında bir film hala izlemeyenlere tavsiye ederim. Ve Eternal Sunshine Of The Spotless Mind ( Sil Baştan ) sondaki veda'ya ilişkinin kadın yüzünün tutunması - Yeni eski ilişkinin yeni başlangıcında sabrı telkin eden erkek yüzünün tutunması harikaydı. Hikayesi itibariyle zaten yeterince enteresan bir film edinilip izlenmesi gerekenler arasına yazmalısınız. Neyse en son muzicons sisteminin göçmesiyle ne yazık ki artık bol keseden müzik paylaşamıyorum ama yakın zamanda bu konuyu da halledeceğimden (yani buradan önerdiğim şarkıları burdan dinletme imkanı) eminim. Şimdi paylaşamasam da herkesin pekala ulaşabileceği bir şiirimiz var Rahmetle andığım son dönemlerde daha bir hayran kaldığım Cem KARACA baskın sesiyle başka bir ruh kattığı şiir İstanbul'u Dinliyorum


Haftaya Görüşmek üzere, Her an herşey olabilir ne malum belki İstanbul dan yazarım bu defa...


Alish 2oo9

3 Comments

Kardeş

16.03.2009 zaman: Pazartesi, Mart 16, 2009 Gönderen illegalizma

İki ucu açık kurşun kalem kullanarak ve eski bir saman kağıda yazıyorum yazının anlam kazanması için sanki. Tam manasıyla dokunmak gibi kelimelere..

Nicedir yapmadığım birşey yapıyorum gecenin bir vakti radyo dinliyorum genelde müzikteki çok sesli ve erken sıkılan tercihlerim beni radyodan uzaklaştırdı ama yıllardır çizgisinden ayrılmayan Trt gece yayınları hala dinlenebilir kapasitede..

Bu hafta cumartesi gecesi yazıyorum ama yine pazartesi yayınlanacak yazım yani siz okuduğunuzda yazı biraz daha yaşlanmış olacak.

Bu hafta hafta içinde önemli bir olay var - 18 Mart - Çanakkale Geçilmez..

Çanakkale'de bir ulusun bir vatanın nasıl şahlandığını anlatmak benim haddime değil elbette
Orada o vadide Türk'ü de vardı Kürdüde Ermeni'si de oradaydı Çerkez'i de yani kültürler mozaiği ülkemiz orada omuz omuza çarpıştı.

Bir uzay bilimci şöyle der dünyaya açıklayamadığımız bazı gerçekler var mesela dünya dışında yaşayan canlılar da var haberi gibi. Ama açıklamamamızında adamadakıllı dayanakları ve gerekçeleri de var. Düşünsenize böyle bir durumda toplumlarda dünyalı olma bilinci oluşacak ve o zaman dünyamızın büyük devletleri hüküm aralıklarını kaybedecek.

İşte biz yani Türkiye orada Çanakkale'de Türkiye'li olduk elele savaştık. Ama ne gariptir ki tam 24 yıldır kardeş kardeşe savaşı yine biz yapıyoruz.
Evet anlaşıldığı üzere bu haftaki konu - Güneşi Gördüm -
Aslında yazının yani konunun çıkış noktası film le ilgili değil ama film de bu haftaya denk geldi gidip izledik iki arkadaşımla her ikisi içinde her türlü fedakarlığı yapacağımdan çok emin olduğum iki Kürt arkadaşımla. Kardeşlerimle.

Ülkenin en doğu şehirlerinden birinde yaşamam orada yaşayanların çoğunun kürt olmasına istinaden bu Cuma cuma namazında karşılaştıklarım çok farklı duygular yarattı içimde. Şehrin en büyük Camii nde namazdayım orada o kalabalıkta
İmam'ın Şehitler günü dolayısıyla hutbesi esnasında okuduğu o şiirin ( Mehmet Akif Ersoy ) çok derin bir sessizliği ve içten bir saygıyı Camii'nin koca kubbesinden yaydığını hissedebilir algılayabilirdiniz.

Bizler yıllardır hep bu topraklarda birbirimizi sevdik. Bazen yabancılaştık kırdık kalplerimizi ama hepimiz bu topraklarda doğduk bu yörelerdenmidir yaradılışımız gereği sıcakkanlılığımızla. Konuştuk zamanla kaynaştık uzaklaştık ama asla kopmadık kardeşleriz işte. Alevisiyle Türküyle Kürtüyle Çerkezi Zazasıyla. Ve bu bir kesin İslamiyet adlı dinin kardeşlik bilinci tuttu bir çok zaman bizleri bir arada. Varolmaması gereken bir savaş ülkemizi yıllar öncesine sürükledi. Ve hala devam ediyor. Yıllar öncesinden dünyanın süper güçleri arasında Avrupa'nın dizimizin dibinde yalvarmaya devam ettiği bir ülke olacakken biz birbirimizi öldürmekten kinden nefretten dolayı hep olduğumuz yerde kaldık Avrupanın bekleme salonunda haketmediğimiz şekilde bekletildik. Hala hastanelerimizde taburcu olamayan insanlar ve ölenler var ekonomik sıkıntılardan. Ve biz hala savaşıyoruz.

Mahsun Kırmızıgül'ün ilk filmini ta ki herkes unuttuktan sonra izlemiştim şaşırtmıştı beni bu film de ise daha yüksek performans beklerdim ne varki dokunduğu nokta bu ülkedeki herkes tarafından çekinilecek konuşulamayacak uçları olan bir taraftı ve sanki çok aceleci davranılmış ve bir çok hikaye anlatılmaya çalışılmış gibi. Mesaj kaygısı dolu hafif yer yer acı ve dramatize edilmiş bir filmdi - öneririm. En azından batıda doğulu olmanın ne anlama geldiğini nasıl yabancılaştırıldığımızı ülkemizi birçok insandan daha fazla sevmemize Türk olmamıza rağmen nasıl farklılaştırıldığımızı algılamak için bile olsa gidilip izlenmeli bu film.

Aslında siyasetin ilgi alanıma girmemesinden olsa gerek bu tür konularda yazmaktan pek te hoşlanmam ama yine de insan sormadan edemiyor hani neden savaşıyor biz kime karşı?Herkes bir kaç kelime etmiştir e hadi bende yazayım dedim...

Bu hafta şarkımız yok sessiz sedasız geçecek bir hafta olacak durup şehri dinleyelim...

Bu arada aynı anadan olmasakta orada bana sarılan sen bana gerçek kardeşimden daha kardeşsin...
Alish 2oo9

0 Comments

Hikaye

8.03.2009 zaman: Pazar, Mart 08, 2009 Gönderen illegalizma


1914 yılının ortası bir Karadeniz kasabasında yaşanmaktadır olayımız. Onca toprağı ve O kadar milleti barındıran Osmanlı’nın yıprandığı dönemlerdir.

Her zamanki gibi bir hikaye’dir her zaman olduğu gibi fakir delikanlıyla zengin kız vardır hikayemizde. Gerçek dünyamızda karşılaşma şansına pek te sahip olamadığımız bir şeyler olur yine gençler arasında – Güzel çirkine Zengin Fakire sevdalanır işte hikayemiz başlar öylesine...

Kasabanın soylu ermeni ailelerinden birinin kızıdır Angela ismi gibi bir melektir kendisi. Kasabanın Hıristiyan ailelerinin kızlarına dini dersler verir ve aynı zamanda kasabanın aşevine haftada 2 kez yiyecek taşır evlerinden. Ve dünya üzerinde görebileceğiniz en güzel güzelliklerden biridir kendisi. Dudak büzdüğünde sanki dünya küsüp te yıkılacakmış gibi olur...

Kasabanın fakir Müslüman ailelerinden birinin oğludur Yasir. Hayatını küçük marangoz dükkanın da yaşar - bir de yatalak annesi vardır. Dünyası bu iki durumdan ibarettir. Gün içinde sabah namazından hemen sonra işine doğru yola koyulur. Böylece yaşar...

Yasir’in annesine gündüz vakitlerinde belirli bir ücret karşılığında komşularının ufak kızı gelip bakar ilgilenir. Haftanın bir kaç günü sırtına alır annesini Karadeniz’in hırçın dalgalarını izlemeye götürür, yatağına taşır geceleri, saçlarını tarar. Susarak izler bir vakit bebeği olduğu bebekleşmiş annesini.

Hemen hemen aynı mahalle sayılacak bir muhitte otururlar kahramanlarımız. Yasir her sabah sabah namazından hemen sonra yola koyulur her gün oradan Angela'nın evinin önünden geçer haberi yoktur o saatte izlendiğinden. Haberdar değildir korkak ürkek bir yüreğin onun için çarptığından...

Angela her hafta cuma günü rutinleşmiş saatlerde aşevine yemek götürür. Hep aynı muhitten geçer ve o muhit üzerindeki gizli bir sapağın öte tarafından izlendiğinin farkında değildir. Bilmemektedir kendisine büyütülmüş nice hayatlar nice masallar toparlandığının. Nasıl dualar edildiğinin neler anlatıldığının.

Anlayacağınız büyük bir ateştir büyük bir tehlike işte kendi kapasitesine göre her aşk gibi. yani iki farklı uzantının aynı varlıklarıdırlar ama ne önem arz eder ki sadece insan olmanın ortak özellik olması.

Angela son iki yılını bir tesbihin taşlarına şekil vererek geçirmektedir. en sevdiği zamanlar bunlardır tam kendine kaldığı sıralarda sessiz sedasız tek tek her taşa farklı desenler işler gümüşten oltudan, Çünkü kainat üzerindeki en eşsiz insana yapılmaktadır O sanat eseri. O eşsiz insan bilmese de...

Yasir son iki yıldır bir hikaye yazar koca kara kitabına bıkmadan usanmadan. Seçer kelimelerini. Çünkü dünyada onun için en önemli varlığa yazılmaktadır O önemli varlığın haberi olmasa da nice uzun geceleri sabah ederek...

Ve dualar duyulur, Ortak İnanılan tarafından. iki ayrı dinden iki ayrı dilden yükselen ve bir yerlerde birleşen dualar kabul olur. tanışır kahramanlarımız...

Ama bildiğimiz gibi bir tanışma değildir susmuşlardır birbirlerini gördüklerinde gençler konuşamamışlardır işte. Ama artık yeni bir buluşma ortamı ve zamanı bulmuşlardır tam Yasir’in annesi uyuduktan sonra çıktığında ve tam Angela’nın yan komşularından eve dönüşünde karşılaşırlar. Bu durum ayda sadece 1 kez gerçekleşir ve her birbirlerini gördüklerinde tek kelime etmeden bir kaç dakika bakışır çekip giderler. Sessiz sedasız işler her şey! - Dünyanın kainatın ya da o artık biz insanlarla birlikte yaşayan o varlığın dili olsa da neler haykırdıklarını anlatsa. Tüm alemin bağrını o iki deli-kanlı'nın kelimelerinin nasıl ısıttığını.

Ve zaman tutulmaz ilerler hızla 2 yıldır bu durum devam eder sessiz sedasız. Yasir durmadan yazar son sayfasına ulaştığı kitabında. Angela o eşsiz ruh devinimlerini yansıttığı tesbih’in son taşını işler...

O gece annesi Angela hakkında düşündüklerini anlatır babasının arkadaşının oğlunun onu istediğini falan söyler.

Olmayacak bir şey olur bu ayki o suskun buluşmaya Yasir gelmez. Angela kafayı yemek üzeredir. sabahı zor eder perşembeyi ancak cumaya taşır ve güneş doğar. “Bu sabah geçmedi bu yol üzerinden O Yar...”

Yasir dün gece alelacele kasabadaki derme çatma revire götürülmüştür komşuları tarafından. Delikanlı yere yığılırken şans eseri çıkan sesten dolayı kurtulmuştur.

Solgun yüzünü siler toparlanır ve yola koyulur dükkana gitmelidir. Adımlarını attıkça adını bile bilmediği aşkını düşünür. Yürür yürür.

Angela bu cuma erken davranır Yasir'i Cuma namazı çıkışı görebilecektir. uzak bir köşede kendini gizleyerek namazdan çıkanları izlemeye koyulur. gözü karşı tezgahtaki kırmızı elmaya takılır sanki ruhunu boğacakmış gibi bakıyor o elma O’na. Kırmızı karışık darmadağınık. Kalbinin garip çarpıntılarını kontrol altına almaya çalışır ama tutamaz kendini daha hızlanmıştır nabzı.

Yasir o kalabalık cemaat arasından sakin sakin ilerlediği esnada ensesinde rüzgarı hisseder mutluluk vericidir. Ve bilmediği garip bir histen dolayı heyecanlanır kalbi daha hızlı atar.

Ve tam orada tam o esnada Dünyanın kalbinde bir mucize gerçekleşir hemen caminin avlu kapısındaki dilsiz delikanlı Ermenice bağırır Kader diye bu O’nun ilk ve son kelimesidir. Caminin öte tarafındaki kız Türkçe bağırır kader diye bu O’nun ilk değil ama son kelimesidir. İkisi de aynı anda dizleri üstüne çöker. Yasir yeniden bayılmıştır. Angela toprağa kapaklanmış ağlamıştır.

O gece kalbine yenilmiştir Yasir ne mücadele edebilmiştir sevgisi uğruna ne de büyük bir savaşa girmiştir sadece kalbi futursuzca bir sürpriz yapmıştır. Yenilmiştir bu sevgiye..
Zaman durmaz ilerler yine. Yasir’in son yazdığı mektup annesine bakan küçük kız tarafından fark edilir. Ve her şey Yasir’in istediği gibi işler o gece…

Angela bir sonraki gece Yasir’in kabrinin başına gelir orda o kara kitapla karşılaşır. Kitabı alır tesbihi kabrin üzerine bırakır ve ağlar ve arkasını döner Hayat devam eder…

Kimbilir Yasir Ne yazmıştır?

- Hikaye için açıklama : Bu hikayenin sonu belli değildi ve hala belli değil aslında. Siz nasıl bir son isterseniz öyle bir son yazın. Belki de Osmanlı karışmıştır sizin hikayenizde Ermeni ayaklanmalarıyla. Belki de Kızın babası insafa gelmişte Yasir'e vermiştir kızı kimbilir? Bu hikaye bir gece hayatıma girememiş ve anlam ifade etmeyen ilgisiz birine cep mesajlarıyla anlatıldı. Şimdi neden yayınlandı onu bile tam olarak bilmiyorum ama dün gece The Curious case of Benjamin Button adlı filmi izledikten sonra bu hafta için yazmalıyım ve yayınlamalıyım diye düşündüm.

Bu arada haftanın enleri arasında Sandy Tolan'ın Limon ağacı kitabı - Özgür kardeşimin önerisi Dead Can Dance grubunun gothic arap müzikleri - Seabiscuit adlı eski filmin orjinal diliyle yeniden The Curious Case Of Benjamin Button filminin ise ilk kez izlenmesi ve Avatar The Last Airbender adlı eşsiz Çizgi filmin finali vardı. Hala şoktayım. Meğer A'ang de aşkını söyleyemeyenlerdenmiş Katara ya deli gibi aşıkmış. Neyse sonu iyi bitti en azından.

Son söz : Biliyormusun yıllardır hep senin için yaşıyorum ve daha iyi anlıyorum yıllarca hep senin için yaşayacağım...



Alish 2009

2 Comments

Bir İnsan...

1.03.2009 zaman: Pazar, Mart 01, 2009 Gönderen illegalizma Etiketler: ,


Dünyamızın tarihi bir bakıma büyük insanların tarihidir diyebiliriz. Bütün bir hafta Marie Curie – James Pageit – gibi büyük bilim adamlarının hayatlarını internetten ve elimdeki kitaplar gibi kaynaklardan takip ettim. Ne kadar enteresan hepsi çok büyük acılardan doğmuş yoksunlukla savaşan aynı zamanda tutkuları olan insanlar yani saygı duyulmaya layık insanlar. Hiç düşündünüz mü ? Gerçekten çevrenizde kaç kişi var ki saygıyı hak edecek.

Kendisiyle ilk tanıştığımda National Geographic’in VCD lerinin kapaklarıyla ilgili yorumunu çok abartılı bulmuştum. Ve hatta o zaman ki çocuk heyecanı aklımla ve kendimce bu kadar ayrıntının nasıl yaşanabilir bir hayata yer açabileceğini bile sorgulamıştım fakat zaman bana onu tanımayı nasip eyledi ve ben geçtiğimiz onca yıldır O'nun hayatının ayrıntılarını tanıdıkça O’na katıksız bir hayranlık ve saygı duyuyorum.

Bir insan düşünün bulunduğu yeri layıkıyla hak eden bir insan işte. Dünyanın onca güzelliğine sahip olmuş ama bir kez olsun o anlamsız dünyevi kibiri tanımamış bir insan. Kendisinden 20 yaş küçük bir delikanlıya saygı gösterme lütfunda bulunabilen bir insan. Muhatabı olduğu kişinin yaşının anlamsız olduğunu algılama erdeminde olan biri. Her kelimenizi her hareketinizi büyük bir dikkatle izleyen ve sizin halinizi tam manasıyla yorumlayabilecek yani sizi kaale alan bir dost düşünün.

Hayatındaki her şeyi tam vaktinde yapan hayatını tam bir programa göre yaşayabilen. Her şeyi dakik olan biri olsun. Yaptığı iş televizyon seyretmek internette gezinmek gibi basit yollu bir eylem olsa bile o eyleme ciddiyetle yanaşan ama bu ciddiyetle kendi hayatının sınırlarını sıkmayan daraltmayan biri olsun.

Bir keresinde Hazreti Muhammed’ (S.A.V.)’e bakış açısını görmeye nail oldum. O Hz. Muhammed’i sırf ve sadece peygamber olduğu için sevmiyor aynı zamanda Hz. Muhammed (S.A.V.)’i tam manasıyla insan olmayı başarabildiği için seven, Peygamberin dürüstlüğü gibi ince bir ayrıntıyı keşfeden biri.

O insan ki içindeki ülke sevgisini kelimelere döktüğünde haksızlıklara diş sıkan. Güzelliklere gözyaşı döken bir insan olsun. O nasıl zorluklarla kazanılmış bir kültür mozaiğinde yaşadığını çok iyi bilen. Bu ülkeyi bu toprakları bize bahşedenleri büyük bir onurla anlatan algılatan biri olsun.


Keman dinlerken violin telinin kemanın tellerine sürtündüğünde ufak kısık sesi bile ayırt edebilen seçiciliğe sahip bir müzik dinleyeni ve uzun zamanlarını bir Saz, Bağlama yapmaya harcayacak bir müzik düşkünü olsun.


İşin özü Burhan Abi'mi anlatmaya benim kelimelerim kifayetsiz kalır. O tam bir Kral sadece bir süre sabretmesi gerekiyor. Ve inanıyorum ki o tahta eskisinden çok daha güçlü dönmüş bir Kral olacak. - Ki isminin önüne koyduğum abi kelimesi yetersiz kalıyor kendisine dair duyduğum sevgi ve saygıyı anlatabilmek için - Ve ben onu tanıdığım için kendimi şanslı atfediyorum. Zaten dünyamızda epi topu 3 - 5 kişi kalmış saygı duyulmayı hakedecek biriyle tanışmak ve hala konuşuyor görüşüyor olmak benim için büyük bir onurdur.
Melihat Gülses Sadece O'nun için söylüyor. Önümüzdeki hafta tam burada buluşmak üzere Selametle Kalın...



Alish 2oo9


0 Comments