Hayatımla barışamamamın ana nedenlerinden biride sanal aleme deli gibi tutkun olmam aslında. Bu hayatın bunca realitesinden kaçış için exit levhası gibi bana. Bu tutkunluk çok hoşuma gidiyor gerçeğin yalanla hatta tamamiyle abartıyla bulunması bunu oyunların kendi içinde barındırması beni rahat bir huzura yönlendiriyor. Sorumsuzca bir sorumluluk gibi. En son çok uzun zaman önce Game Over adlı bir yazı yazmıştım daimi takipçilerim hatırlarlar bir kaç oyundan bahsetmiş dem vurmuştum.

Şu sıralar pek oynayamıyorum. Ama yakın zamanda oldukça dinamik bir şekilde oyun alemine geri dönmeye yeminli ve meyilliyim Vesselam. Zaten her ay her ne olursa olsun Oyungezer desteğiyle kendimi ayakta tutuyorum. Hem neler çıktı böyle. Ne psikopat yapımlar var böyle kapıda Empire Total War'ımı desem her videosuna ağzımın suyunu akıttığım God of war3 ten mi bahsetsem. neyse daha fazla sabırsızlık modunu arttırmayayım. Bu yazımı nice zamandır yazmam gereken birşeyi yazmak için yazıyorum.

Bir önceki cümledeki garip takıntıma aldırmayın ben bile algılayamadım. Shadow Of The Colossus sözünü edeceğim oyun kendisine oyun demeyi kendime yakıştıramıyorum. 2005 Yapımı Playstation 2 platformuna çıkmış bir oyundu benim deyimimle sanal kıyafete bezenmiş dokunulabilir realite. işin özü zaten Ps2 konsoluyla geç tanışmıştım ama O sıralar ki aşırı bonkörlüğüm hemen hemen konsolun tüm oyunlarına sahip olmama sebebiyet verdi. Aralarında bir oyun vardı ki Shadow Of The Colossus. Tek kelimeyle benim gibi yıllardır oyun alemini takip eden biri için harika bir deneyimdi. Shadow Of The Colossus ki türkçesi Colossus ( Eski yunan yapıları ) gölgesi demek. Farklıydı bambaşka bir alem anlatılamaz yaşanır bir senaryoya sahip oyundu. Bir gölge ve ışık oyunu ki kendisi ismine layık bir bakıma. Yolunuzu gösteren bir ışık varki o da dünyanın can damarı olan güneş. Yazımın bundan sonraki kısmı hard gamerlar için bolca spoiler içermektedir uyarmalıyım.Bir de yola çıkmamıza asıl sebep var ki o da Aşk. Gerçek bir aşk var oyunda. Gerçeğe bu kadar yakınlığı böylesine sanal bir ortamda bulmak beni şok etmişti. Oyun atınızın sırtında ölü yatan bir kızı taşıyarak bir tapınağa girişinizle başlıyor. Kızı yatırıyorsunuz o tapınağın içindeki taşın üzerine.
Etrafınızda Kuşlar uçuşuyor. derinlerden acıtmayacağım diye haykıran ama ruhunuzu kemiren eşsiz müzikler adım atıyor bu başlangıçta aklınıza doğru süzülerek. Mükemmel bir boşluk hissi idi. Bu süreden sonra bir kaç trailerla sizlere neler yapacağınız anlatılıyor. Ve girdiğimiz tapınaktaki kutsal ses yardımcımız oluyor neler yapmamız gerektiğine dair. Oyunun 3. boss'undan ( Yaratığından ) sonra anlıyorsunuz ki taşıdığınız kız aşkınız ve siz onun ruhunu almaya çalışıyorsunuz. Epik japon fantezisinden en az ben kadar hoşlanıyor iseniz kendisi sizleri deli gibi içine çekecektir. Nasıl oluyor peki;

Hikayemiz şöyle;

Lord Emon adlı kötü karakter Onun yani sevdiğiniz kızın ruhunu kılıcına hapsedip tam 16 tane colossusun içine hapsediyor. bu colossuslar bina hayvan karışımı devasa yaratıklar ilk karşılaşmanızda Lan napacağım moduna girmekte serbestsiniz. Siz elinizdeki kılıç ok gibi alet edevatla onların zayıf noktalarına indirdiğiniz darbelerle çalınan ruhu geri almaya çalışıyorsunuz. Her colossusun ölüm anlarına eşlik eden müzikler sahneler içinizi yakıyor. Gerçek aşka en yakın olduğunuz sıradaki, yaratığın ölüme doğru ilerlediğinde ki o ruh gözünüzün önünde beliriveriyor. Ve O ruh kıza taşınmak üzere sizin bedeninize giriyor. Colossusların ölüm sahneleri var ki her birini defalarca izlesem de bıkamayacağım sahneler. O hüzünlü devrilmeleri nasıl da rahatsızlık verici tanık olmalısınız. Zaten oyunun başlar başlamaz sizlere aşıladığı hiçlik hissi işte o sıralarda her şeye dönüşmeyi başarabiliyor. 16 Colossus'u adım adım ve nice şeylerinizi kaybederek devam ediyor öldürüyorsunuz.

Her ölümden sonra bunalım modunuzun ekstra artmış olduğunu sezerek katliama devam ediyorsunuz. 16. Colossusla hıncahınç mücadelenizden sonra tapınakta gözlerinizi açıyorsunuz. Ve Kow Otani'nin Prologue adlı müziği eşlik ediyor bu sahneye. Artık bitti eşsiz aşka kavuştum. O'nun ruhunu çalanlardan geri aldım diye rahat bir nefes alıyorsunuz ki aldanmayın. Dünyanın kuralı şu ki mutlu aşk yoktur dibinde elbette ayrılık olmalı yoksa aşk aşk olur mu ki ironisi ile başbaşa kalıyorsunuz. Aşkımızın canlanması için 16 değil 17 ruha ihtiyaç var. Oyun dünyasının bana en yaşattığı en büyük sürprizlerin ilk sırasındadır bunu anladığım an. Ve malumunuz olduğu üzere sevgilinizi kendi ruhunuzu da bağışlayarak dünyaya döndürüyorsunuz. Kaybettiğiniz öldüğünüz ama hiç bu kadar canlanamadığınız finaliyle sonlanıyor. Shadow Of The Colossus. Bitiyor ve kendimi gecenin 3ünde ekranın başında gözyaşlarıyla buluyorum. Tam böyleydi yaşadığım dakikalar. Hatta tüm gece garip sersem halimle uykuyu kovalamaya çalışmıştım. Gerçekliğe yakınlaştığınızı hatta hissettiğinizi o sanal alemin içinde algılıyorsunuz. Shadow Of The Colossus eşsiz bir yapımdı ve hep öyle kalacak nice oyunlar vardı beni yoran. kendimi bana hissettiren ama hiç biri Shadow Of The Colossus gibi yakınlaşmamıştı ruhuma. İçinde mükemmel sürprizlerin olduğu. Hem atmosferi hem dolu dolu hikayesi ile Kendisini yad ettiğim bu günlerde tekrar oynamam gerektiğini düşünüyorum. Shadow Of The Colossus'u özlemişim.

Shadow Of The Colossus başlarken ve sonuna kadar o 16 yaratıkla karşılaştığınızda kendinizi hiç kocaman bir hiç hissetmenize sebebiyet veriyor. Finalinde de zaten aslında hiçtiniz oluyor yanıt. Asıl amacımızın aşk için ölmeli o zaman aşk olduğunu buluyorsunuz. Bu yazının sonuna elbette ki Shadow Of The Colossus'un sanatsal müziklerinden biri olan Kow Otani'nin Prologue (To the ancient Land) resitali eşlik etsin. Hadi bakalım

Haftaya görüşmek üzere

Selametle...


Ali 2009,9

0 Comments

0 Responses so far.

Yorum Gönder