Kurallar

31.12.2009 zaman: Perşembe, Aralık 31, 2009 Gönderen illegalizma


Sınırlar ve kurallar. Hangi kural bu nasıl bir savaş böyle tutunduğumuz nasıl bir dünya. Anladığınız üzere Sorgu sual yazılarımın bir yenisi daha geliyor. Hatırlıyormusunuz. Henüz 4 yaşlarındaydık herkes uyuduğunda aklımız evdeki en ufak tıkırtının peşine düşer ve asla bulamadan sonlanan yorgunlukla uykuya dalardık. Varolmayan şeylere varolan şeylerden daha bir inanır daha bir bağlanırdık küçücük kalbimizle. Ne kadar güzelmiş meğer o zamanlar. Varolmayan düşmana karşı savaş nasıl da anlamlıymış. Şimdilerde artık hayatımın büyük bir kısmını kendi payıma düşen koca dilimini bitirdiğim bu günlerde daha iyi anlıyorum. Çocukları izliyor takip ediyorum. Çok şey öğreniyorum. Dilini anlayamadığım diyarın dilsiz sözsüz oyunlarını ciddiye alarak olması gerekeni yapıyorlar o çocuklar. Ve bu dünyada önemsenmeyi en fazla hakeden ciddiyetle işlerini yapıyorlar oyun oynuyorlar. Kanatlarını görebiliyorum. Özgürler ve yaşıyorlar. Aldıkları kadarıyla verebilecek hiçbir şeylerinin olmamasının rahatlığıyla.

Sınırlarla bürüdüğümüz hayatı anlatayım canınızı sıkmalıyım. Sorgulamalara eşlik edin istiyorum karanlık odada elimde sigarayla. Birilerinin sorumluluğu herşeyden önce sırtınızda en büyük kambur. en yorucu görev öyle ki bir savaş alanında sorumluluklarınız için başka başka sorumluluklarınıza karşı göğüs göğüse savaşıyorsunuz. Sorumluluklarınızı ardınıza alarak. Hele ki bu işin görünmeyen sınırları var yaşadığınız sosyalitenin içindeki görünmez duvarlar. Bu duvarlar O kadar yüksek o kadar geçilmez ki hem tepelerini cam parçalarıyla bezemiş onlar görünmez ellerle. asla ötesini göremeyeceğiniz duvarlar bunlar. Yıkıldığında sadece sizin öleceğiniz duvarlar bunlar. Fakat itiraf etmeliyim ki ölüm iyidir. Yeni bir başlangıç yeni bir hayat demek düşünsenize. Yıkamıyorsunuz da zaten kim görebilmiş ki siz göresiniz duvarın ardındaki felaketlerle dolu zannettiğiniz hayatı. Anneniz ne der ya babanız sahip olduğunuzu zannetiğiniz onca insan ne der adlı kement te nicedir boynunuza takılmış.

Bu kez sorulara maruz kalan sizsiniz. Soruyorum. Siz size çizilen yolda mı yürüyorsunuz yoksa gördüğünüz her şey kocaman bir komplo mu. Yani hayatınız sizin mi O yol dediğiniz karmaşa sizin mi siz mi çizdiniz. kimse elinizi tutmadı mı müdahale etmedi mi çizerken. İşin özü olmak istediğiniz kişi misiniz. Yoksa uzaktan yakından alakasız bir kaftanın içine mi gömmüşsünüz kafanızı. İçi sıcakken yanmanın kül olmanın ya da o kaftandan kurtulup donmanın ne anlamı var diyenler den mi siniz. Durup düşünün bir bakın etrafınıza. Şimdi burada olmalı mısınız? Bu siz mi siniz? Sırf siz değil zaten koca alem dürüst değil ki gözlerinizin içine baka baka bunca yalan arasında. neyin yalan neyin doğru olduğunu anlamak çok zor değil mi?
Hem zaten bu da sizin için çok değerli bir çıkış kapısı. Olmasına en ihtiyaç duyduğunuz şey yalanlar. Herkes söylüyor da tuzu biberi olsa gerek koca koca
yalancılığınızın.

Konumuz bu bize ait olmayan olamayan hayatlarımız. Ele geçirmek için nelerden nice değerlerden ödün verdiğimiz ve bizim zannettiğimiz dünyamız. Asla aldatamayacaksınız her gece yanınıza uzanan o adamı/kadını. Kendinizi aldatmanız daha basit hem kolaya doğru eğimli yapınız da bunu istiyor sizden. Kesinlikle o bilmem kaç kez iç geçirdiğiniz bahçenin içinde ne olduğunu öğrenemeyeceksiniz. Çalamayacaksınız tek bir elmayı bile. Ne zaman kendiniz istedi diye aldınız o elbiseyi. Ne zaman bu kadar sevdiğinizi hissettiniz aynaya yansıyan yüzünüzdeki gerçekleri. Tahammül edebiliyormusunuz hala yalan pompalanmış
yüzlerinize. Sonra avunacak ve yine asla inanamayacağınız yalanlar ritüeliniz başlayacak.
Her kaybedilenin, her yapılamayanın ardından.

Kimsenin duymasını istemediğiniz. bu kadar çıplak savunmasız kaldığınız hali afişe etmemek için Yalanlar söyleyeceksiniz kısacası.
Garip ki kendinize sadece. Kaç kez ağlamak istediniz de ağladınız. Ya da en son ne zaman gayri ihtiyari öylesine güldünüz hatırlayanınız var mı?
Aslında bu kadar önemli değil di benim için diye inkar edeceksiniz kendinizi. Gelin görün ki dudaklarınızdan süzülmeyeceğini mi
zannediyorsunuz. O kendini aldatma resminin. Bir gün özgür kalmayacağını mı düşünüyordunuz? Günü geldiğinde kendinizi çekip vurmaya kalkıştığınızda.
Siz sizden hesap sormayacak mı. Yalnız sadece yalnız değil tamamen yalın kaldığınızda sormaz mı size? Bunu neden yapmadın neden yapamadın diye.
Sizden önce sizi öldürmeye teşebbüs etmeyecek mi? Bütün dünya ya dürüst olmuşsun ne yazar sen kendine yalancısın yalanlarla dolusun demez mi
konuşmaz mı ne dersiniz?

Evet evet bu dünyaya gelmeden özgürdük ve dünyaya veda ederken özgür olacağız. Özgürlüğün sınırlarında düşünüyorsunuzdur kendinizce.
hemen aklınıza şu geliyordur. Benim özgürlük sınırım diğer insanların özgürlük sınırına kadar laf salatasıdır bu ağzınızda gevelediğiniz.
teselli kırıntıları işte yine kocaman yalanlarınız. Duyuyor gibiyim.

Soruyorum kime ait hayatınız. Hangi bedel ve ne kadar değeri düşündünüz mü hiç? Korkularımızı en ufakken ki korkularımızı bile aşabildiğimiz.
küçük ama kocaman yüreğimizle yaşadığımız dönemler canlandımı aklınızın karanlık kuytu köşelerinde? Hala korkakmısınız? Korkuyormusunuz? Kendinize
sormaktan ve aslen cevabını bildiğiniz o can yakan cevaplardan? Korkuyormusunuz? Garip insanlar ve garip kurallarına çarpıyorum aklımda dengemde milini
kaybetmiş durumda. Ben o ruh haleti içinde karalıyorum bu yazıları.

2010 için hatta bundan sonraki bütün hayatım için bunu yaşayacağım. Hayatımı çalanların elinden geri alacağım. Kendi hayatımı kuracağım
Yaşayamadıklarımı ardıma gömmeyeceğim aksine Önüme atıp peşine düşeceğim. Yaşamak için mücadelesini vereceğim ne çok şey olduğunu kestirmek
pek de zor olmasa gerek hele benim için. Neyse yıkıyorum bir kaç duvarı. Mizacım değil yıkıntıların ardında da hiçbir insanoğlunu bırakmam
bunu da çok iyi bilmekteyim. Kendim yıkarım. Gerekirse yine kendim ölürüm o yıkıntıların arasında. Ama en azından yaşamak istediğim hayatı yaşama
mücadelesinin mağlubiyet görünen taraflarında galip gelirim.



Yıllar öncesinden bir şarkı gelsin biterken çalsın Emilia - Big big world.


Haftaya görüşmek üzere

Selametle...

Ali 2009

1 Comment

Ben Bir Oyuncuyum...

zaman: Perşembe, Aralık 31, 2009 Gönderen illegalizma


Hayatımla barışamamamın ana nedenlerinden biride sanal aleme deli gibi tutkun olmam aslında. Bu hayatın bunca realitesinden kaçış için exit levhası gibi bana. Bu tutkunluk çok hoşuma gidiyor gerçeğin yalanla hatta tamamiyle abartıyla bulunması bunu oyunların kendi içinde barındırması beni rahat bir huzura yönlendiriyor. Sorumsuzca bir sorumluluk gibi. En son çok uzun zaman önce Game Over adlı bir yazı yazmıştım daimi takipçilerim hatırlarlar bir kaç oyundan bahsetmiş dem vurmuştum.

Şu sıralar pek oynayamıyorum. Ama yakın zamanda oldukça dinamik bir şekilde oyun alemine geri dönmeye yeminli ve meyilliyim Vesselam. Zaten her ay her ne olursa olsun Oyungezer desteğiyle kendimi ayakta tutuyorum. Hem neler çıktı böyle. Ne psikopat yapımlar var böyle kapıda Empire Total War'ımı desem her videosuna ağzımın suyunu akıttığım God of war3 ten mi bahsetsem. neyse daha fazla sabırsızlık modunu arttırmayayım. Bu yazımı nice zamandır yazmam gereken birşeyi yazmak için yazıyorum.

Bir önceki cümledeki garip takıntıma aldırmayın ben bile algılayamadım. Shadow Of The Colossus sözünü edeceğim oyun kendisine oyun demeyi kendime yakıştıramıyorum. 2005 Yapımı Playstation 2 platformuna çıkmış bir oyundu benim deyimimle sanal kıyafete bezenmiş dokunulabilir realite. işin özü zaten Ps2 konsoluyla geç tanışmıştım ama O sıralar ki aşırı bonkörlüğüm hemen hemen konsolun tüm oyunlarına sahip olmama sebebiyet verdi. Aralarında bir oyun vardı ki Shadow Of The Colossus. Tek kelimeyle benim gibi yıllardır oyun alemini takip eden biri için harika bir deneyimdi. Shadow Of The Colossus ki türkçesi Colossus ( Eski yunan yapıları ) gölgesi demek. Farklıydı bambaşka bir alem anlatılamaz yaşanır bir senaryoya sahip oyundu. Bir gölge ve ışık oyunu ki kendisi ismine layık bir bakıma. Yolunuzu gösteren bir ışık varki o da dünyanın can damarı olan güneş. Yazımın bundan sonraki kısmı hard gamerlar için bolca spoiler içermektedir uyarmalıyım.Bir de yola çıkmamıza asıl sebep var ki o da Aşk. Gerçek bir aşk var oyunda. Gerçeğe bu kadar yakınlığı böylesine sanal bir ortamda bulmak beni şok etmişti. Oyun atınızın sırtında ölü yatan bir kızı taşıyarak bir tapınağa girişinizle başlıyor. Kızı yatırıyorsunuz o tapınağın içindeki taşın üzerine.
Etrafınızda Kuşlar uçuşuyor. derinlerden acıtmayacağım diye haykıran ama ruhunuzu kemiren eşsiz müzikler adım atıyor bu başlangıçta aklınıza doğru süzülerek. Mükemmel bir boşluk hissi idi. Bu süreden sonra bir kaç trailerla sizlere neler yapacağınız anlatılıyor. Ve girdiğimiz tapınaktaki kutsal ses yardımcımız oluyor neler yapmamız gerektiğine dair. Oyunun 3. boss'undan ( Yaratığından ) sonra anlıyorsunuz ki taşıdığınız kız aşkınız ve siz onun ruhunu almaya çalışıyorsunuz. Epik japon fantezisinden en az ben kadar hoşlanıyor iseniz kendisi sizleri deli gibi içine çekecektir. Nasıl oluyor peki;

Hikayemiz şöyle;

Lord Emon adlı kötü karakter Onun yani sevdiğiniz kızın ruhunu kılıcına hapsedip tam 16 tane colossusun içine hapsediyor. bu colossuslar bina hayvan karışımı devasa yaratıklar ilk karşılaşmanızda Lan napacağım moduna girmekte serbestsiniz. Siz elinizdeki kılıç ok gibi alet edevatla onların zayıf noktalarına indirdiğiniz darbelerle çalınan ruhu geri almaya çalışıyorsunuz. Her colossusun ölüm anlarına eşlik eden müzikler sahneler içinizi yakıyor. Gerçek aşka en yakın olduğunuz sıradaki, yaratığın ölüme doğru ilerlediğinde ki o ruh gözünüzün önünde beliriveriyor. Ve O ruh kıza taşınmak üzere sizin bedeninize giriyor. Colossusların ölüm sahneleri var ki her birini defalarca izlesem de bıkamayacağım sahneler. O hüzünlü devrilmeleri nasıl da rahatsızlık verici tanık olmalısınız. Zaten oyunun başlar başlamaz sizlere aşıladığı hiçlik hissi işte o sıralarda her şeye dönüşmeyi başarabiliyor. 16 Colossus'u adım adım ve nice şeylerinizi kaybederek devam ediyor öldürüyorsunuz.

Her ölümden sonra bunalım modunuzun ekstra artmış olduğunu sezerek katliama devam ediyorsunuz. 16. Colossusla hıncahınç mücadelenizden sonra tapınakta gözlerinizi açıyorsunuz. Ve Kow Otani'nin Prologue adlı müziği eşlik ediyor bu sahneye. Artık bitti eşsiz aşka kavuştum. O'nun ruhunu çalanlardan geri aldım diye rahat bir nefes alıyorsunuz ki aldanmayın. Dünyanın kuralı şu ki mutlu aşk yoktur dibinde elbette ayrılık olmalı yoksa aşk aşk olur mu ki ironisi ile başbaşa kalıyorsunuz. Aşkımızın canlanması için 16 değil 17 ruha ihtiyaç var. Oyun dünyasının bana en yaşattığı en büyük sürprizlerin ilk sırasındadır bunu anladığım an. Ve malumunuz olduğu üzere sevgilinizi kendi ruhunuzu da bağışlayarak dünyaya döndürüyorsunuz. Kaybettiğiniz öldüğünüz ama hiç bu kadar canlanamadığınız finaliyle sonlanıyor. Shadow Of The Colossus. Bitiyor ve kendimi gecenin 3ünde ekranın başında gözyaşlarıyla buluyorum. Tam böyleydi yaşadığım dakikalar. Hatta tüm gece garip sersem halimle uykuyu kovalamaya çalışmıştım. Gerçekliğe yakınlaştığınızı hatta hissettiğinizi o sanal alemin içinde algılıyorsunuz. Shadow Of The Colossus eşsiz bir yapımdı ve hep öyle kalacak nice oyunlar vardı beni yoran. kendimi bana hissettiren ama hiç biri Shadow Of The Colossus gibi yakınlaşmamıştı ruhuma. İçinde mükemmel sürprizlerin olduğu. Hem atmosferi hem dolu dolu hikayesi ile Kendisini yad ettiğim bu günlerde tekrar oynamam gerektiğini düşünüyorum. Shadow Of The Colossus'u özlemişim.

Shadow Of The Colossus başlarken ve sonuna kadar o 16 yaratıkla karşılaştığınızda kendinizi hiç kocaman bir hiç hissetmenize sebebiyet veriyor. Finalinde de zaten aslında hiçtiniz oluyor yanıt. Asıl amacımızın aşk için ölmeli o zaman aşk olduğunu buluyorsunuz. Bu yazının sonuna elbette ki Shadow Of The Colossus'un sanatsal müziklerinden biri olan Kow Otani'nin Prologue (To the ancient Land) resitali eşlik etsin. Hadi bakalım

Haftaya görüşmek üzere

Selametle...


Ali 2009,9

0 Comments

Son Perde...

zaman: Perşembe, Aralık 31, 2009 Gönderen illegalizma


27/12/2009

Belli olmayan bir yolun başında bekliyorum. Vay be ne yıldı bu böyle neler de geçti üzerimden. Bunca şey hangi arada doluştu nasıl oluştu hayret. Gerçekten ardından kocaman bir Vay Be yi hakediyor 2009 nasıl bir zaman dilimiydi çözümlemekte güçlük çekiyorum.

Bunca zamandan sonra tekrar ölümle burun buruna geldim hem de iki kez. Ki kendisi hala burnunu burnumun yanından çekmiş değil. İkisi de birbirinden çok ilgisiz alakasız sebepler Garip enteresan işte. Insomnia nöbetlerimin şiddetlendiği genelde gecenin diplerinde bana eşlik eden sigaralarla geçti bir kocaman yıl. Ve her sigarada önümüzdeki yıl için sigarayı bırakmalıyım temennisinin havada uçuştuğu bir yıl. Yok yok bırakacağım kesin. Hem zaten iyiden iyiye azalttım sigara törenlerimi. Neyse gerçek manada boş bir yıl değildi hatta dolu dolu. Aşkı yeniden tanımlamama
kendisin asla ölmeyen duygulardan biri olduğuna. Milyonlarca gelgitler yaşatmasını bir kaç saniyede başarabilen bir delilik olduğuna kanaat getirmeme sebebiyet verdi mesela. Hem sonra hep olduğum yerde kalsam da aslen çok başka diyarlarda yaşadığımı bu kadar yakından hissettim. Farklı olduğumu bir kez daha benimsedim herkes gibi değilim herkes gibi olamıyorum. Barışmaya çalışıyorum farklılıklarımla.
Bir de aydınlanmanın yıl sonuna denk gelmesi dolayısıyla geç kalınmış bazı planlarımı hala kendimce taşıyorum. Her ne kadar söz konusu planların gerçekleşme süreçlerinin en az bir kaç yıl alması bendeki takat sınırlarını zorlamakta olsa bile ki ama olsun beklemek lazım. Sabır en nihayetinde

Bu arada işin özü bir yıl almanağı olmayacak bu yazım. Malumunuz yıllık almanak yazma geleneneğim ancak kalabalık bittikten
vay beler şaşırmışlıklar tükendikten sonra yazılıyor ki o da ancak şubat ayına denk gelmekte Sizlerde büyük ihtimalle ancak 2010 yılının ilk günlerinde okuyacaksınız. fakat Aralığın dibinde karalıyorum bunları imkansızlıklardan mütevellit kalem kullanıyorum bildiğimiz A4 kağıdına yazıyorum. Aslıma da uygun bu durum
kendimi çok daha iyi hissediyorum. Tek ayağım hep geçmişin dibinde bir diğeri gelmeye çalışan geleceğin eşiğinde. Kalem geçmiş. Kağıt geçmiş ama kelimeleri döken geleceğe açılan pencerenin umududur.

Şimdi asıl konumuza geleyim. Son perde. Bir yıl daha geçti tek düzlemde bir zaman dilimi. Dünyanın bize hissettirmeden oldukça hızlı döndüğü ki bu döngü süresinde değişimi kaçınılmaz kıldığı bir an bir yıl işte. Kimbilir Sınırlarımız belki de. Şeyden bahsedecektim ben Sinema'dan bahsedecektim. 2009 Hem benim bulunduğum yer itibariyle hem de sinema dünyasının kısırlığından pek birşey getiremedi toparlarsak The Course case of Benjamin Button, Kızkardeşimin Hikayesi, Slumdog Millionaire gibi bir kaç film var arşivlenecek ve yıllar sonra tekrar izlenebilecek. Bir de bu yazıyı yazdıktan ama yayınlamadan önce yani takvimlerin hala 2009’a tutunduğu zamanlarda elime geçen ve hikayesini çok beğendiğim The Illusionist var ki çok güzel bir film hem tarihi dokusu itibariyle hemde dünya üzerindeki en büyük sihri yine büyünün diliyle anlatması itibariyle. Gerçek aşkın yıllar yıllar sonra yine yaşayabileceğini oldukça güzel betimleyen bir yapım olmuş. Hem Edward Norton hem de Jessica Biel'in performansları benim gibi popüler kültür çöpçüsü koleksiyonerler için oldukça değerli bir parça haline getiriyor The Illusionist filmini. İzleyin derim Şiddetle Tavsiye.

Aslında gördüğüm kadarıyla sinema alemindeki bu sessizliğin tek sebebi var o da fırtına öncesi sessizlik. Evet kesinlikle öyle. 2009 dibinde James Cameron ( Titanic - True lies - Terminatör ) ustanın Avatar'ı çıkıyor ama aman karıştırmayalım bu Avatar o çok sevdiğim manga çizgi dizi değil ondan ve film versiyonundan da söz edeceğim birazdan. James usta hep en baba bütçe ile rasyonalite'yi sanal ortamda anlatmaya çalışan bir adamdır ki başarılıdır. Ve bunu sağlam senaryo kullanarak yapmayı da bilmiştir. Ve James Cameron'un filmi ile ilgili esaslı bir iddiasıda var aynen şöyle. Avatar'dan sonra sinema'nın bildiğiniz sinemanın eski sinema olmayacağı. Heyecanla Avatar'ı beklemedeyim. Şu sıralar vizyonda. En azından medeniyeti bulana kadar bende bekleyeyim.:) Ve bakıyorum da 2010'da ne kadar
manyak filmler gelecek ve ben nasıl bir beklenti içindeyim bilseniz. Aslında çok erken olmasına rağmen şimdiden sabırsızlık yaşıyorum. 2010 mart ayında vizyonda olacak olan Tim Burton'ın Alice in Wonderland'ını mesela nice zamandır hiç bir filmi bu kadar dört göz modda beklememişim Ve Avatar The Last Airbender anlatılamaz bir alt psikolojiye sahip eşsiz çizgi dizinin isim hakkı da İşaretler filminin yönetmeni M. Night Shaylaman da imiş ki umarım berbat etmez birşeyleri. Çünkü Avatar The Last Airbender kesinlikle bir Yetişkin çizgi filmi. Anlatımının, senaryosunun nasıl bir psikopat bir adamın elinden çıktığını durup durup düşünüyorum. Ve M. Night Shaylaman'ın esaslı korku figürleri dahi bende garip derecede trajikomik bir etki yaratıyor.2010 yılı içinde daha açıklanmamış ve benim de pek malumatımın olmadığı bir kaç film daha var bir kaç haftaya kadar burada yazmaya özel bir gayret sarfedeceğim. Bir de yıllar önce David Fincher'ın mükemmel bir şaheseri olan Fight Club'ının yazarı Chuck Palahnuik'in başka bir romanı olan Görünmez Canavarları ki bu roman bir yeraltı edebiyatı ürünüdür. filme dönüşüyormuş. Zaten kelimeleriyle bizleri mest eden adamın ilk romanının sinemaya çok güzel aktarımı kendisini beklenilebilirler listesinde en üst sıralara yerleştirmeye yetiyor.

Aynı zamanda uzun süredir aradığım ve şans eseri bulabildiğim eşsiz bir film Sharon Stone'un başrol oynadığı iyilik meleği benim izlememi beklemekte bir de hani hayatınıza dair filmler vardır izlersiniz izdüşümlerini kendi içinizde yaşarsınız kaç kez olursa olsun Onu izlemekten yaşamaktan asla bıkmazsınız. her saniyesini aklınıza kazırsınız ya işte o filmlerden biri olan In America'da acilen izlenmeli.

Her ne olursa olsun o kadar karmaşık bir yıl olsa bile gerçek manada itiraf etmeliyim ki 2009 sadece tekrarların bir yanılsaması oldu benim için ha ciddi farklar da var dı elbette. İçimde adlandırıp anlamlandıramadığım bunca herşeyin kötü olmasına rağmen dur diyemediğim çok başka bir inanç ve umut var ki o da 2010 yılının farklı geçeceğine ki öyle olmasa bile bununla ilgili çabayı hakedecek bir yıl olacağını düşündürüyor. Yok yok bunu ancak düşlemeliyim.

Bir yıl sonu ve yeni yıl temennisi yazacağım kelimelerle sonlandırayım bu son yazımı. ha tabi geleneğe karşı gelmeden Dean Martin söylüyor 1953 yılından 2009'un sonuna 2010'un başına Thats'a Amore. Nice mutlu zamanlara senelere. Kapınızda Dua beklentisi ile

Haftaya Görüşmek üzere

Selametle...

Ali 2009,9

0 Comments

Belirsizlik

zaman: Perşembe, Aralık 31, 2009 Gönderen illegalizma


20/12/2009 - 04:32

Geceyi ören Mimar ufak ufak sabahı geçiriyor dünyanın üzerine bu koca alemin ben gördüğüm taraflarına... Sabahı nasıl ederim diye kıvranıyordum müştemilatın içindeki yatağımda terledim üşüdüm sızlandım ahladım vahladım fakat zamanın zemberiğini yine tutamadım sabah oluyor tane tane. Her biri taneler halinde dağılıyor aydınlık gökyüzüne.

Elektrikli ocağa bir fincanlık su bırakmıştım kalkıp bir kahve içeyim diyorum. buharı tütüyor üzerinde hem su üşüyor hem sigaramın dumanı ve hava ayaz sırtım omuzlarım hatta ayağımın açık kalan tarafları bileklerim üşüyor kuruyor ufak bir dokunuşta dağılacak derecede. Kuru zaten bu dünya kuru ve belirsiz bir dünya. Ben ne verirsem O'nu alıyorum eksiksiz her daim. Bu hayata ne kadar dengesiz davransam o da bana aynı şiddette yanıt veriyor hem de hiç mi hiç bekletmeden.Ne olacağı belli olmayan bir alem. Hele söz konusu kabullenmekte ciddi sıkıntılar yaşadığım hayat bana ait ise gerçek manada kurak.

Hastalıkta Sağlıkta, hasta olduğumda kalmasa gözüm o kapıda O kapıdan içime dolsa beklenen. Usul usul süzülse yanaklarıma orada birikmiş bıkkınlıklarıma ilaç olsa. Dokunsa kendi eseri yaralara hasretlere gurbetlere ve o eşsiz yaralar tek bir dokunuşla iyileşiverse. Bu na Kadir'dir bilmekteyim O esşiz varlık. Bir bardak su içsem ellerinden dökülse artık yanmış her tarafıma o su. Bir söz her ne olursa olsun kelam eylese. Anlamsız da olsa bir kaç kelime yakalayabilsem ağzından. Dokunsa onun kelimeleri kimseciklerin değemediği uzanamayacağı en kuytu derinlerime. Etraf bayram yerine dönse şenlik olsa her taraf. Ne hastalık kalsa Ne gece Ne de gündüz Varolsa. Ağzı her açılıp kapandığında O bu dünyadan olmayanın. İçime güneşler doğursa tüm acılarıma meydan okurcasına kurak topraklarıma. Olmayacak iş biliyorum hiç olmayacak gel gör ki gafil insanlığım dem vurmadan edemiyorum. Hastayım ama aslolan hastalık değil beni yoran. Umulmadık süreçlerdeki bırakılmışlığım. Kendi vazgeçmişliğim, mecburi ayrılığım daha çok canımı yakan. İki büklüm olmayacakları bekleyişlerim beni bitiren harap edip olmadık viranlara sürükleyen. Hastayım...

Bu ayrılıklarda en fazla kendimi bulabildiğim tek yer olan Mabedimi özlüyorum Laylalarımı söylemeyi yanına uzanmayı saçlarını hayal etmeyi perçemlerine dokunmayı. Annem hasret kesene fazladan yükleniyorum. Vefasızlığı kendime atfedip kendi yayıma kendi okumu sürüyorum kendimle ilgili herşeyi öldürmek istiyorum.
Sana gelemiyorum fakat dualarımla elimden geldiğince dillerim döndüğünce köprüler oluşturmaya uğraşıyorum geceleri hayallerimde yakalamaya çalışıyorum ellerini. Senden olan parçana katıksız sevdalı göğsüne dayayayım istiyorum başımı Orada ağlamak orada ölmek. Ağıtlar yakıyorum. Ağıtlarımı sana yakıyorum.
Zamanlardan mekanlardan ötelerde. Ben bile nerede olduğumu bilemeden Bırakma Ellerimi... Kaybolmayayım dünya Mapushanelerinde Şefkatine muhtacım. Katıksız geliyorum katıksız gelirsin bana biliyorum Yağ istiyorum üzerime. Yağsın her ne olacak sa. Buyur ihsan et hasretinle yanan ruhuma şefkatini esirgeme gir rüyalarıma. Şen şakrak güleyim hayata döneyim. Yaşayayım Öleyim. Şükür.

Bütün özlenenleri bunca özlememe vesile eyleyen her şey için her zerrem ile minnettar şükürdarım. Çok şükür ki Acı da Sen'den Tatlı da Sen'den dir İşittim İman ettim. İstediğim nice Hayır vardır kimbilir nice Şer kapıları'na açılan. Ve nice Şer vardır Hayır kapılarına vesile olan. Elimi eteğimi dergahından eksik etmeyi bana nasip eyleme...

Ve sözler sanadır. Sana söylenmeli ancak sen duymalısın o tepede kalbimi canımı donduran rüzgara o kara rağmen soluğunun doluşması içime. Sesimin titremesi her zamanki gibi. Sen olacaksın ardındaki o sesin, telefonun. Yanaklarım hala seviniyor sana dökülen gözyaşlarına mesken oldukları için. Beşeriyet aleminden kopmuşum beklediğim belirsizlik bile sonunda belki sen olursun diye çok beklenilesi. Çoktan daha çok beklemeli gerekirse. Hiç kimse bilmiyor ve hiç kimse bilmeyecek artık.Sırtımı dönmüşüm dünyaya senin adın yok ise.

Melankolik duraklarımın birinde, hala gök ve nerenin nihai zemin olduğunu bilemeden. Yorgun solungaçlarıma kaçan tuzlu suyun içinde O senden ayrılığın bedenime ruhuma saldığı bitmek bilmeyen ve ufku olmayan acı içinde yüzüyorum. Gözyaşlarımı yüzdürüyorum gölün kenarında. Hissetmişmidir, Yanmışmıdır gölün kalbi sen uğruna dökülenler ona ulaştığında.
Gökyüzümden düştün üzerime. Bu göğü Bu yeri şahit gösterdim içimdekilere. Bir kartanesisin elimde avucumda kalmış son tek tane. İçimin yangınlarına küfrediyorum Donmalıyım ben hem beden hem ruhum ile. Seni yaşatmalı bu can burdayım demeliyim sana yazmalıyım. her yazdığım her yazılan gibi.
İçimden geliyor içim. Sen bu kadar varken bende herkese fazla gelen dünya bana dar kalıyor. Yetemiyorum içimdekilere. Ne dillenmeye ne de dillendirmeye. Bakma melankolilerime Issızlığım sevdadandır. Sevdadır ıssızlığım. Herşeye karşın karşı karşıya kalmışlığıma rağmen and içtim seni. Aklıma unut diye fısıldadığımda kalkıp tövbe ediyorum.

Haftaya görüşmek temennisiyle

Selametle

Ali 2009

0 Comments


Başladım kelimelerimi avlamaya en nihayetinde. Bu aralar tıkanıklığımın ne olduğunu kestiremiyorum neden dökülemiyorlar sözlerim. Dolu dolu bulutlu gökyüzüm ha yağdım ha yağacağım kar misali. Kendi kendime de olsa söyleyemiyorum artık nicedir içimde irinleşmişlikleri. Nedir beni bu suskunluğa tutunduran nedir niyedir bilemiyorum.


Bir sufi edasıyla abamın altına bürünmüş. Bir kaplumbağa mahiyetinde başımı içime çekmiş zamanlarımı mı bekliyorum onu bile bilmiyorum. Zaman mı bekliyorum şafak mı sayıyorum. Neden döküp rahatlayamıyorum. Neden bu kadar soğuk ve soğuğun oluşturduğu kuraklıkta bu hayatım, bu dönemler Neden. En son üç beş ucu açık kelam ile yazmıştım meramımı. Her ne yazdığımı ne yazacağımı bilemeden. Karmakarışık ruh halimin bağrında elimden ne kadarı gelirse işte o kadar yazmaya çalıştım. Acaba yıllar sonra bu kelimeleri yazdığım zamanları mekanları hayatları anımsayacak mıyım? Acaba yıllar sonra olacak mı?


Bilinmez bir sona yelken açtım. Garip ki ilerliyorum. Ve artık içten içe sabır kapılarımın direncini yitirdiğini umutsuz çaresiz elim yanaklarımda izliyorum. Son olmasını istiyorum artık bir son durak. Bir dinlenme bir unutuş hali başımı yastığa koyar koymaz uyumak istiyorum adımlarımı korkmadan atsam diyorum. Korkmadan yürüsem bu yolları. Zamanların üzerine saldırsam artık ütopik de olsa elimdeki kılıçla. Bir kılıç olsun istiyorum kesip atmalıyım kanserli yanlarımı. Gerekirse bütün bedenimi arındırmalıyım kanserden. Son olsun istiyorum son için sabır istiyorum. Sonu göstermeye tahammül nasip eylesin istiyorum. Kimsesizlerin kimsesinden.


Uyku ve uyuklama tutmayandan Hay’dan Kayyum’dan, Doğunun ve Batının Kuzeyin Güneyin Yaratıcısından. Güneşe günü getirsin diye hüküm verenden Ay’a geceyi ışıtsın diye emir verenden. Bu yeri bu gök kubbenin altında tek kelimeyle eşsiz nizamıyla donatandan. Bir zaman, bir mekan, bir hayat temenni ediyorum. Bu fırtınanın sonu olsun istiyorum üzerimdeki karların erimesini arzuluyorum. Bir kardelen mahiyetinde uyanmak istiyorum. İçimin artık nicedir yanacak yanlarının kalmadığını seziyorum.


Allah’tan öyle şeyler geliyor ki anlamak biz aciz kulların haddine değil. Naçiz görüşümüz Yaradan’ın sonsuz görüşü gerçek manada naçar kalıyor. Bu yazı çok zor günlerden sonra umarım ki sizinle buluşacak. Zor günlerdir yaşadıklarım. Zoru seviyorum ama haddin sınırını aşınca çekilmez oluyor bunu pek nadir kendime itiraf ediyorum. Ve anlıyorum tahammülümün sonlarındayım. Sabır ihsan etsin istiyorum Allah’tan. Kişinin kimsesi olmasa bile, kişinin herkesi olsa bile en kendi halinde yine ve her zaman kişiye kimse Yaradan oluyor. Her daim En güzel En tok haliyle. Çok şükür sabırsızlığıma da sabır diliyorum. Sabır ya Hak Yolum uzun azığım kısıtlı uzandığım yer karların üstü. Fakat değil mi ki Bir Örümceği iki cihan güneşini korumaya vesile eyleyen?

Zor günlerden yeterince dem vurdum canınızı sıkmışımdır bilmekteyim. Fakat zorluklarda açan güzellikler de var hayatımın heybesinde çok şükür. Ömrümün en duygusal anlarından birini yaşadım geçtiğimiz öğretmenler gününden önce. Sağlık taraması için belki de dünyanın bile unuttuğu köyümüze gelen sağlık ekibine yardımcı oluyorum el yordamıyla. Bütün çocuklar eteğime sığınıyor. Kelebekler gibi uçuşuyorlar çevremde. O sırada bir çocuğunun olması ne demek. Masumiyet dolu sevgi ne demek. İçi kof olmayan aşk ne demek. Korkunun çaresizliğinden sığınak bulmak ne demek. Parmak kadar yaratıktan hayatının eğitimini almak ne demek. Onca şeyin ne demek olduğunu o sırada çok iyi algılıyorum. O tüm bakışların bakışıma kilitlendiği çok küçük ama oldukça büyük zaman diliminde. Hele bir an dönüyor ki. Belleğime çivi yazısıyla işleniyor. Güzel kızım Helin, özlemim, hasretim, Bir kız hayalim. Gerçek manada dünyaya dair pek az hayalimden biri kızımın olması. Henüz her şey den uzakta en masum haliyle daha 8 yaşında. Ekonomik koşullarının kötülüğünden dolayı annesinin ancak üzerine geçirdiği önlüğü çıkarmaya çalışıyoruz aşı için, ne var ki her tarafı dikişli her tarafı el emeği ve her tarafı anne şefkati ile dokunmuş önlüğü çıkarmak zor iş. Eğiliyor kulağımın dibine yanaklarıma düşüyor inci taneleri sarılıyor boynuma Öğretmenim ben çok korkuyorum diyor. Ve gece susuyor gündüz susuyor yapayalnızlığım bitmez gecelerim tek başına bir sınırda olmanın ürkekliği tükeniyor yanağımdaki inci sayesinde kayboluyorum bir zelzele de. Bir fırtına da nefes almaya çalışıyorum ama diğer yandan boğmasını istiyorum o inci tanesiyle. Böylesine gelgitler içinde bende sarılıyorum KIZIM korkma buradayım diyorum. Kızım oluyor O bağrına alıyor beni. O günden önce ve o günden sonra bakışlarına bakıp gülümsün hayatımsın bir tanemsin diyorum. Utangaç suratını bağrıma basmak istiyorum.

İbrahim Sadri’yi ve şiirlerini geceleri yanıma alıyorum. Dışarının uçsuz bucaksız anlamsız kalabalığına inat ve içimin gürültüsüne kendi savaşını açma tenezzülünde bulunarak sessiz sedasız kulaklığımdan içime süzülen kelimelere yükleniyorum. Bir de bir şarkı var ki mizacıma çok uygun sözcüklerle örmüş Niran Ünsal Nasip Değilmiş söylüyor. Yok bir sitemim hayatta her şey kısmet. Soldu gençliğim ömrümü aşkla ziyan ettim ağla gönlüm nasip değilmiş vuslat. Rahat uyu Yar sana hakkımı helal ettim. Eşsiz bir kabullenme var. Kendimi buluyorum.


Kabulleniyorum. Zamanı Varlığı yokluğu. Benden alınanlara da bana verilenlere de sonsuz şükür ile. Tavandaki o garip şekli eşsiz ucubelere benzersiz yaratıklara benzeterek gelmesi için dua ediyorum uykunun. Sabahın ve bir sonraki sabahların. Uykusuzluk zor iş. Elektriği pek nadir buluyoruz aynı zamanda sadece gecenin bir yarısında hem zaten ben gibi bir vampir için ideal bir saat neler yazmak için açmıştım bu Word belgesini nelerde yazmışım şaşırıyorum. Yine geleneğe ayak uyduruyorum sonuna bir şarkı ekliyorum. Son nokta müzik olsun istiyorum her zaman ki gibi. İyi zamanlara müjdeciymiş hesabı yaparak. Louis Armstrong – What a Wonderful World. Kendinden henüz sorgulayacak kadar bıkmamış bir bıkkının dudakları eşlik ediyor sonsuz karanlığa…


Haftaya Görüşmek üzere


Selametle


Ali 2oo9

3 Comments


Kalkıp Ağlayayım...


Çok Ağır Ruhum bedenime saplandı çekip çıkaramıyorum...


Bu Ben'miyim Ben Ben'miyim..


Nasıl bir Hastalık böyle her daim kemiren adım adım Tüketen...


Şefkat'e Muhtaç bir bebek aklım kalbim İsyana da Ölüme de Nazır..


Gökyüzü Size kalsın...


Hangi Acıdır bu denli Acı olan...


Ne zaman bitecek bu diyetim..


Her daim akılsız aklımda akıllanmaya muhtaç akıl haline aklım ermiyor...


Hayattan Ölümüne korkuyorum. Ölümden cesaret alayım..


Kısa Kısa azalıyorum...


Az Alıyorum Bu Hayattan...


Yok Bir Sitemim Hayatta herşey kısmet..


Rahat uyu koy yastığa başını..


Kaçıncı sigara bu Dermanı peşinde aradığım saydım mı saymadım mı?
Gök Kubbenin altında Donmuş ruhuma Eşlik etmekte bedenim...

Nasip Değilmiş...


Helal ettim hakkımı Hem Kendime Hem Hayata...

1 Comment