Ada...

29.11.2009 zaman: Pazar, Kasım 29, 2009 Gönderen illegalizma


Bir ada bulmalıyım kendime ortası sadece bana ait ağlama duvarlarıyla çevrili olan. Kenarlarında köşelerinde akan ırmakların adı bana dair dökülen gözyaşları olmazsa ne anlamı var ki? Bir kalp bulmalıyım kendime benden ve melankolik halimden çok uzakta ve bir o kadar ihtimalsiz taraflarda var olan. Var olduğunu varsayan. Onun içine dehşet derecede zorlukta zemheri bir fırtınadan kopmuş kocaman büyüklükteki dolu tanesi olarak düşmeli ve O’nun canını yakmalıyım. Ben o kalbi ancak ve sadece benimle doldurmalıyım. Bana bulaşmalı. Bulandırmalıyım. Acı ateşlerini ustaca salmalıyım üzerine o kalbin. Bunun için yardım etmeli bana gözlerim. Uykusuz gecelerinin adı ben olmalıyım sabah uyandığında ne yemeyi ne içmeyi düşünmeli o kalp sadece oturup ağlamalı ben uğruna. Ve artık tam manasıyla benimle dolduktan sonra taşmalı isyan edipte bulduğu taşı ki bulabilirse aşktan kuraklaşmış heybetli yapılarının çöl halinin içinde alıp ta başına çalmalı o kalp. Her zaman uçurumun kenarında olmalı onunla birlikte. Hiç ve kesin bir vuslat olmamalı asla. Bir aşk olacaksa işte ancak böyle…

Aşk. Bayramın ikinci günü kocaman evde yapayalnızım bilgisayar masamın üstü oldukça kalabalık dönüp çalışma masama bakıyorum orası da savaş yeri uzun süredir okunması gereken kitaplar izlenmesi gereken Dvd’ler yapılması gerekenler, ertelenenler, ertelenemeyenler, aniden çıkıp gelmişler. O sırada hem kendi içimdeki hem de dış dünyamdaki bu kadar içi içe olmuş kalabalıktan sıkılıp televizyonda zap yapıyorum. Trt Türk’te bir program var takıldım kopamıyorum. Hac Yolculuğu. 2008 yılı Türk kafilelerinden birini yakından takip etmişler. Bu kafilede bir kız var ki Henüz 20’sinde. O’nun döktüğü her gözyaşına bende ekran başında gözyaşıyla cevap veriyorum. Olduğu yer bayram yeri. Her yer beyaz Bembeyaz. Lafa söze hacet yok. Safa’da Müzdelife’de Medine’i Münevvere’de Kabe’de Hac vazifesinde. Belden aşağısı felç bir kız ama bu dünyadaki insanların büyük bir kısmından çok daha sağlam bir kız. Ne kadar çok şey öğretiyor bana o arada nasıl bir içsel yolculuğa çıkarıyor hayret ediyorum. Kelimelerini sözlerini duymalıydınız. Bir insanın gözlerinin içi herhalde ancak bu kadar parlayabilir. Arafat’taki vazifesini yerine getirdikten sonra. Anlatıyor dönüp Arafat’a bakıyor. Peygamberimiz’de bakmış mıdır bu dağa? diyor kelimeleri hızla boğazına tıkanıyor. Kim bilir ne söyleyecek ki işte tam o sırada kalp giriyor araya ve söz bitiyor. Artık gözyaşları konuşuyor. İçerden haykırıyorlar. Heybeme ne kadar çok katık kattığını bir bilse… Bayramı bayram yaptı… Bayramı bayram olsun…
Aslında anlamsızdır Aşk.
Dünyadır bir tarafta sessiz sedasız..
Bırakılan emanettir Emanetçi ve emanet veren Haberdar..
Ama Asıl kötü Emanette bilinçtedir.
Çekip gitmektir..
Susup kalmak...
Bir kıyıda kendi dalgalarına boğulmaktır.
Bağırmaktır...
Susmaktır..
Ve en iyi Ben bilirim...
SADECE vazgeçmektir....
Bir seçeneğin ardında başka bir seçenek bırakmasıdır...
İhtimallerin imkansızlığıdır...
Aslında ...

Kısa bir yazı bu hafta sizinle.

Haftaya İnşaAllah Görüşmek temennisiyle

Ali 2oo9

3 Comments

Güzel Bekleme...

24.11.2009 zaman: Salı, Kasım 24, 2009 Gönderen illegalizma


Meçhulün Vazgeçilmezliği.

Yazıya yazılmakta sıkıntı çekiyorum. Yalnızca uzunluğuyla bile amacını çoktan aşan bir cümleyle vakit kazanmaya mı çalışsam. Ya da hayır hayır zaten maksadını aşmış derecede uzun olmuş bir cümleyle giriş yaptım henüz birkaç saniye önce. Amacı olmayan amaçsız yazıya. Fakat bu durum hiçbir zaman herhangi bir kaygı konusu olmadı benim için. Hiçbir gayen olmadan yolculuğa başlamak. Ve nihayet böyle bir yolculuk bu yazacaklarım. Başlıyorum ve böylesi başlamalara bayılıyorum. Bunu yapmaktan eşsiz bir keyif sonsuz bir zevk alıyorum. Ne sonu ne de başı belli olmayan yalnızca yazmak eylemi olan olağan ama olağandışı bir eylem. Tuhaf bir his benim için. Hani ne yazacağımı bilmeme hallerim işte siz varsınız ya bu hayatta daha başka bir şeyimin olmasına da lüzum yok. Gerçekten seviyorum bu ne yapacağımı ne yazacağımı şaşırdığım karıştırdığım ellerimi belimde kavuşturup umutsuzca gözlerimin arasından süzülen güneşi hissettiğim anları. Var olmasa bile o güneş hoşlanıyorum bir güneşin doğma hayalinden. Elbet doğacaktır güneşli günler. Hoşuma gidiyor benim bile benden beklemediğim kelimelerin benden ayrılıp kopmaları. Onca zamandır bulundukları yerden sanki artık sıkılmışlarcasına koşarak uzaklaşmaları büyük bir keyif. O çaresiz hal ama en hasılı tam sınırlarında hissettiğim çare halleri. Gerçekten seviyorum hayatı işte böylesine yaşamayı. Herhangi birine bağımlı olmadan bağlılık bağını sadece kendi sınırlarında çizdiğim en dengeli en dengesiz hallerimi seviyorum. Hayatımı da böyle olduğu için kabulleniyorum. Finalinin ne olacağını hiçbir zaman bilmiyorum. Hiçbir zaman için “İşte bu olsun” istemiyorum. Planlamıyorum, programlamıyorum, kalıplaştırmıyorum. Sormuyorum, sorgulamıyorum, yorumlamıyorum. Hem merak ta etmiyorum sadece geldiği gibi ya da geleceği kadarıyla yaşamaya girişiyorum. Evet bu sıralar pek narsistim kendimi seviyorum…

Barnabas’ın Sırrı :

Acilen okunması gereken bir kitap hatta kesinlikle okunmalılar listesine çoktan kaydedildi. Peki kimdir bu Barnabas Ve sırrı nedir ve neden bu kadar önemlidir diyeceksiniz hemen cevap vereyim. Kendisi uzun zaman önce çok fena halde ilgi alanımın sınırlarını fethetmişti ki hala kuşatmadan kalıntılar mevcuttur manevi bahçemin duvarlarında. Aziz Barnabas Dünya üzerinde asıl İncili yazan 12 havarinin dediklerinin çok dışında söylevi olan başlı başına havari olan bir havaridir. Hz. İsa’nın ilk havarisi ve aynı zamanda Katibidir. Ve Nasıra’lı İsa’nın kendi dili olan Amarice yazmıştır İncili. Şimdi daimi okurlarım neden senin gibi İslami ölçütleri belli olan biri için bu denli önemli diye sorabilirsiniz ki haklısınız. İşin özü zaten burada gizli. Barnabas İncilinde Hz. İsa’nın beşer, kul bütün insanlar gibi olduğu tanrısal bir varlık olmadığı onun bir iletici yani bir peygamber olduğu anlatılmıştır. Aynı zamanda en can alıcı hatta dünyanın tarihini değiştirecek bir bilgiyi de saklıyor Barnabas İncili kendinde. Dünyaya Ahmet adında son Peygamberin geleceği müjdeleniyor. Ve dinin kendini tamamlayacağı anlatılıyor. Benim zaten tam manasıyla kendi dinimin beynimde aslen temellenmesine de yardımı olan bir isim Aziz Barnabas. Ben derim ki bulunda okuyun bu kitabı ben hakkında bildiklerime yeni bilgiler katabilmek için okuyacağım sizlere de tavsiye ederim.

Son Sözler…

Aşk Kabe’nin siyah örtüsüne yüz sürenin gözünden dökülen…
Aşk Mecnun Leyla’ya sende kimsin dediğinde maralların gırtlağına tıkanan…
Aşk hesap günü kargaşasında anaya yavrusunu unutturan neyse herkesi ve her şeyi öyle unutturan
Aşk Yangın yeri Aşk Talan.
Aşk dağları yürüten
Bir gece Ay’ı sol Güneşi sağ eline verseler de vazgeçilmez olan.
Aşk damda deve aratan, balıklara iğnesini getirten.
Ebubekir adında birini yoldaş eden..
Aşk Fatıma’nın paklığı Zeyneb’in cesareti Vahşi’nin keşkesi…
Aşk Meryem…
Tahta atların üzerinde ana karalar aşıran, Kağıt gemilerle okyanusları bitiren, Oyuncak kılıçlarla haramileri düşüren…
Aşk ikindi Aşk şimdi…
Aşk bekleyen
Aşk Hatice…
Kimsenin kimseye hayrı olmadığı yerde yine de ilk akla gelen…
Sonsuz karanlıkların ortasında vurgun yemiş bir çığlıkla çerah’lar yakan
Aşk koşmak
Aşk Safa ile Merve arasında olmak…
Aşk en çok ağlamayı kendine yakıştırmak…
Koşmak Koşmak Koşmak
Aşk Hacer…
Bir aba bir hırka bir nefeste kırk bin kere adını söyletebilen Aşk Mevlana…
Bütün evliyaların gizlediği bütün Abdalların izlediği bütün Dervişlerin içlerinden geldiği gibi…
Aşk en çok İsa’ya yakışan…
Sabırsa Eyyub’a yazılan Merhametse son Nebi’ye inen…
Denizler tutuşturulduğunda, dağlar yürütüldüğünde, yıldızlar semadan bir bir döküldüğünde herkesin her şeyi, her şeyin herkesi unuttuğu günde Aşk unutmamak…
Aşk gözü karalık…
Aşk yalnızlık…
Aşk öksüz şehirlerin kapısında Bağdat’ta Gazze’de Kandahar’da İstanbul’da ısırdıkça kanayan dudaklardan dökülen sözlerle havanın nasıl saatin kaç olduğunu sormak…
Aşk hiç kimsenin hiç kimseyi bu kadar sevmemesi...
Yağmurun incire zeytinin dala söylediği…
Anla işte Aşk On Bir yaşındaki Muhammed’in Annesi…
Aşk eylem dünyanın en güzel başkaldırması en güzeliyle hem de dünyanın.
Bir hırkadan yazılmış en güzel şiiri bulup çıkarmak…

Aşk hiç kimsenin hiç kimseyi bu kadar güzel beklememesi

Ve Dua…

Büyük ihtimalle Allah’a adanan onca Kurbanın kesildiği zamanlarda okuyacaksınız bu yazıyı. Kutsal Mabedimizin yani dünyanın temelinin atıldığı yerde Adem’in Havva’ya Havva’nın Ademe duyduğu kırk yıllık özlemin sonlandığı yerde Adem’in aklına gelen cennet duvarlarının olduğu yerde, Hz. Muhammed’in Hırkasının altı üstü. Hacer’in yüreğinin çarptığı yerde. Adalet haykıran taşların özlediği Ömer’in topraklarında. Bir kükreyişi ile en küçük canlı nebatatın bile ruhunu titreten Yaradan Aslanı’nın adımlarının değdiği yerde. Gönlünün zenginliğinin dünyadaki hiçbir zenginlikle ölçülemediği katibin Osman’ın Şehid edildiği kanının yine inandığının üzerine dökülen yerde. Hayatı unutturan yerde. Dünyanın başladığı ve yine dünyanın sonlanacağı o yerde. Kainatın etrafında dönecek nice yürekler Hak Ya Hak deyip ağlayarak. ( Hak Nasip eylesin ben gibi ciğeri o topraklara yanıp tutuşanlara o gözyaşlarını temennisi ile ) Dönen nice kalplerin artık ağlamalarının alevlendirdiği yangına kaçınılmaz olarak tekrar ağlamayla deva arayanların şifayı ancak gözyaşlarıyla ifade de dile getiren ruhların dualarının gökyüzüne ve aynı düzenden kopmadan ama artarak çoğalarak Yani bize bizden fazlasını vermeyi kabil görmüş Merhametin. Gökyüzünden yeryüzüne eşsiz bir devir daimi dua yağmurları altında okuyacaksınız. Hepsinden nasiplenmeniz temennisiyle. Bu dua da bayram hediyesi sizden çok uzak ama içinize seslenen bir yerlerden sizlere.

Sonundan bir adım öncesinde hani bu en aciz haleti Aşk’ı anlattığım kelimelere bir şiirden birkaç kelime bulaştırdığım alıntılı uzun ve nihayetini ancak bağladığım aksayan yazım sizleri beklemekte. Gel gör ki hasretlerde dinginleşen gecikmenin acısını çıkarırcasına…


Tam manasıyla kendimi hazır hissettiğimde klavyenin tuşlarına parmaklarım Kurban’ın benim için neler ifade ettiğini itiraf edecekler. O zamana kadar sizde dinleyin Havayı Karayı Bayram Sabahı Tekbirlerini Dünyanın Dönüş sesini Vel-Hasıl’ı Mucizeyi…


Haftaya görüşmek temennisiyle…


Selametle

Ali 2oo9

1 Comment

Hiç Bir Şey...

13.11.2009 zaman: Cuma, Kasım 13, 2009 Gönderen illegalizma


Yılın ilk karı…

Elif ile başladı her şey. Nihayetin ezelinde Elif Ördü Elif Örüldü. Ve Yaradan kullarını uyarı lafzında kendi kelamında Elif diye buyurdu.

Elif Lam Mim…

Ve Elif ile başladı her şey her ölümde Elif her ölümün arka kapısında bekleyen doğumlara Elif diye başladı ezeller ebedlere. Her başlama Elif işte.

İlk kar yağıyor aleme Elif diye diye ayan beyan göz göre göre. Elif’e dokundum dokunacağım. Bu kadar yakınken her şey. Elif diye mucizeler mahiyetinde meleklerin himayesinde. Seyre dalıyorum onların ellerinde tuttukları kendilerinden daha az beyazlıktaki kar tanelerini. Öylesine bir intizam ve eşsiz bir nizam gösterisi var bu karmakarışık yağışta kalabalıkta esen rüzgarda havada uçuşan beyazlıkta. Onlar ellerinde öylesine tutmuşlar ki sanki bu aleme en değerli metayı ve yine bu alemin en değerli mekanına emanet edercesine. Ve dönüp bakıyorlar Yaradan’ın her bir tanesinde büyüklüğünü nazarların nazarında aksettirdiği kar tanelerine. Her biri farklı bir şekilde, her biri kendine has bir sessizlik ve sadece beyazdan fakat dünyanın bütün renklerine. Hadsiz hesapsız sayıdaki her bir tanenin üzerine hadsiz hesapsız motifleri işleyene hadsiz hesapsız şükürler olsun ki, bu yıl da aciz gözlerimi ilk karı görmekle şanlandır dı şereflendirdi.

Kasım Ve 1

O çok ikircikli Eylül ayını ardımıza bıraktık göz açıp kapayıncaya kadar. Ne kadar da çabuk ilerliyor zaman. Hele bu hiç geçmeyen enteresan zamanlar diliminde. Kasım geldi dayandı kapıya ki hatta bu yazıyı eklediğimde yani bu yazı sizlerle tanıştığında büyük ihtimalle sonları vuruyor olacaktır kapısına kasım ayının. Hayatıma dair en önemli ay Ocak ayı bunu bir defa adım soyadım gibi biliyorum. Ne Ocak beni ne de ben Ocağı sevemedim. Ve garip bir çelişki ki bazen sevilmeyen az ve nadir olunca farklılık hatta uzak diyarlarının değer mahiyetinde. Bir de bu içinde bulunduğumuz Kasım ayı var ki kendisinin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok inanın bana. Fakat fena halde bağlı hatta bağımlıyım bu rahatsız geçiş ayına. Geçmişime geçip uzun uzadıya kol gezdiriyorum aklımın çatı katında umutsuz bir aramaya koyuluyorum ama yok bulamıyorum adı Kasım olan herhangi hiçbir anım hiçbir hatıramı yakalayamıyorum. Hatırlayamıyorum evet evet hatırlayamıyorum. Gel gör ki bu içinde bulunduğum garip hatırlayamama hatır halim midir nedir ise artık beni bu aya bu denli sıkıca tutunduran şey bilemiyorum.

Haftada Bir 1 yaşında bir kocaman yıl daha takvim yapraklarını terkediyor. Zamanın durağanlığına gecenin geçmeyen saniyelerine inat. Ne yıldı ama yazsam roman olur kıvamına çalıyor hayatım gittikçe. Her hafta aksatılmadan yazıldı Haftada Bir. Sizlere yazılmaya çalıştı kendince kendi lisan-ı haleti ruhiyesinde. Dünyayla ilgili dünyaya karışmadan karıştırmadan en finalinde. 1. Yıldönümünde artık aksamakta ama aksama da değil bu gecikmenin adı özünde. Yazılan ama sadece yayınlanamayan yazılar mevcut güncelerin ucunda bucağında. Bu yıl Haziran ayına kadar böylesi sancılı olacaktır bu ilerleme anladığım kadarıyla. Kendime dair bir hayat bulabilmek için başladığım firar tünelinde firar eşiğinde tünelin henüz kapısında. Beni ben yapan rutinlerden bile ayrılmaya varan delilik arifesinde işte.

My Sister’s Keeper

Uzun süredir yazmaya cesaret edemediğim o yazıya başlıyorum biliyorum ki aslında hiç bir şey yazamayacağım. Bu arada birazdan okuyacağınız kelimelerin karışıklığından sorumlu olan ben değilim. Göğsümde barındırdığım ve aklımın ucunu her yaladığında boğazıma tıkanan taşın yaptıklarıdır bu karışıklık bu karmaşa. İşte bu sebeptendir ki hiçbir şey yazacağım.

Nick Cassavetes’in son filmi My Sister Keeper Türkiye de Kız kardeşimin Hikayesi olarak geçenlerde vizyona giren filmden bahsedeceğim. Bu arada gözlerimin de kusuruna bakmayın hissedilebilir yazının üstündeki nem ha yağdı ha yağacaklar. Elimde olan imkansızlıklardan dolayı beyazperde de filmi izleme fırsatı bulamadım ve iyi ki de öyle olmuş diye söyleniyorum. Sonsuz gecelerimden birinin kıyısında bana eşlik eden Insomnia nöbetlerinde izlemek nasip oldu. Zaten sonu baştan belli uykusuz geceyi sabaha bağlamama yardım etti. Filme dair dönüp dolaşıp hiçbir şey demekten kendimi alıkoyamıyorum. Her şeyi barındıran hiçbir şey işte, izleyin ağlayın işte.

Saat gecenin üç buçuğu dışarısı zifiri karanlık tek ışık benim monitörüm. Uzanıyorum paketteki tek ve son sigaraya tam şimdi Winamp Playlistte yazı sizlere veda ederken eşsiz girişiyle çalıyor yıllar önce çıkan bir albümden bir türkü Laço Tayfa – Zülüf. Sabahı bekliyorum.

Haftaya İnşaAllah görüşmek üzere.

Selametle…

Ali 2oo9

3 Comments

Aziz...

zaman: Cuma, Kasım 13, 2009 Gönderen illegalizma


Soğuk…

Zamanın ve mekanın çok ötelerinde sabahı sabaha çağırıp da kendine çalmak için artık yalvarıyorum. Saniyenin kadranlarında aklımla aklımın ereceği derecede sabahı bekliyorum. Hadsiz hesapsız bir soğuk içine büründüğüm yorganın altından sert fırtınalara zemherilere inat burnuma kadar çıkıyor. Üşüyorum. Ne enteresan ki yıllar sonra yeniden okumak için niyetlendiğim aslına bedeni oturtmuş ve aslında gerçek okuyucu için içinde çok gizli göndermeler olan. Friedrich Nietzsche’nin herkesin okuması gereken eseri Böyle buyurdu Zerdüşt'ün bu ikinci okuma dönemlerinde. Nietzsche’nin deyimiyle Tesadüf. Benim hayat anlayışıma göre Tevafuk.

Sadakat…

Sadakat böylesine birçok şeyi bir arada yazmak için çabaladığım bir yazı arasında dem vurabileceğim mahiyette bir durum değil. Ama o kadar garip bir şey oldu ki hayatımda henüz geçenlerde. Zaten sorgulanabileceği taraflarının kesinlikle anlaşılabilir olmadığı ucu açık bir eylem bu sadakat. Biliyorum ben aslında sana çok sadığım bu nedenle seni kendim için seviyorum bu arada kendimi de senin için seviyorum. Buraya kadar her şey oldukça normal. Kendimi sevdiğim için seni aldatıyorum. İşte anormalleşme sınırları başlıyor. Mutlu olmamı sen istiyorsun. Bende mutlu olmanın tuhaf denemelerini yaşıyorum. Yani seni sen için aldatıyorum. Senden başka kıyılarda tutunup tutunamayacağımı deniyorum bu denemelerden başarısız çıkıp sana daha fazla bağlanıyorum. Ve herhalde daha sadık bir hareketin var olabileceğini tahayyül edemiyorum. Enteresan bir aldatma hikayesi dinledim bu hafta içinde bana oldukça uzak hem karakter hem hayat tarzı farklı olan birinden. İşte o garip sadakatsizlik denemesi ve hikayesinden aklımın ucuna asılanlar. Ne kadar olursa olsun insanların ilişkilerini uzaktan izlemek hoşuma gidiyor. Hele o sözde gurur kabartan olayları bende derin sıyrıklar oluşturuyor. Ne kadar enteresan bu insanlar ne zaman bunca insan insancık oldu şaşırıyorum. Ya ben çok farklıyım ya da bu derecede anormalliğin ve özrün kabahati çoktan çok çok aştığı çok garip olaylar normalleşme sürecinde çok ciddi adımlar atmış ta haberdar değilim. Sadakatli olmanın anormalleşme sürecine girmiş olması üzüyor.

Sadakatimden vazgeçmeyeceğime beni bu hayata tutturan her ne ise işte O ve Onlar için sadakatle sadakat nöbeti tutuyorum her ne kadar insancıklar tarafından anormal varsayılsa bile. Ve belki de bu derece asosyal bir karakter olmamın ana sebebi insanların insancıklara doğru mutasyon sürecini izlemenin verdiği rahatsızlıktır.

Mesaj…

Geleceği çok öncelerden belli bir mesaj aldım ama ne garip ki yaşayacağımı bu kadar umduğum olayın beni bu kadar saçma sapan hallere sokmasını pek saçma buldum. Meğer içimdeki o umulmadık umut o derece umulmadık ve küçük değilmiş ki olası olağanların gerçekleşmesi şaşırttı. Hala olası ve olanaklarla konuşuyorum bu derece büyükmüş meğer umduklarım.

Sonsuz Hikaye…

Evet sonsuz bir hikayeye başladım bir elma çalan kuşun peşinden 77 kilitli kapının ardındaki 77 yaratığın koruduğu zindanlardaki prensesin bulaştığı bitmeyen bir hikaye küçücük on dört göz on dört akla anlatıyorum. Devamının benim bile artık ciddi manada merak ettiğim ve aslen bilmediğim ama anlık kurgusal olarak anlatmaya devam ettiğim ve devam etmek için eşsiz bir güç bulduğum hikaye. Her kelimemin peşinde o on dörtlünün gözlerinde parlayan hayallerle dans ediyorum görünmez bir dans dokunmadan ama ha dokundum ha dokunacağım hissi ile. Ve anladığım kadarıyla bütün kış bittikten sonra bitecek ve belki de hiç bitmeyecek bir hikaye.

Yazılamayacaklar…

Yazsam bile okuyamayacaksınız. Görünen o ki yazdığım bu yazı bu hafta için Haftada bir de kendine yer bulamayacak. En azından şimdilik. Ben yazıyorum okunacağı nasip kılınmışsa okursunuz.

Ve Kar..

Önümüzdeki hafta yılın ilk karını yazacağım. Bu hafta düştüler havanın içinden içime. Burada mucizelerle...

Haftaya İnşaAllah Görüşmek Üzere..

Benim deyimimle

Selametle...

Ali 2oo9

1 Comment

Düşe Yazmak...

1.11.2009 zaman: Pazar, Kasım 01, 2009 Gönderen illegalizma



Hala bir hayatım var hala yaşamaya devam etme ritüelinin kıyılarında ufaktan volta atıyorum. Yaşamak ve ölüm arasındaki o yokluk çizgisinde. En son saatlerimi bozmuştum ve şimdilerde tam manasıyla bunu istemesem de kafayı yedi bütün saatler, inanın bana anlamış değilim nasıl oldu da böyle oldu. Bu delilik halleri benden mi bulaştı bütün saatlerime çözebilmiş değilim. Biri bir saat ileri iken diğeri bir saat geç. Her ikisi de pek sık kullandığım pek te ihtiyacım olmayan saatler. Pek sık kullanmama rağmen o kadar değerli olmaması bende garip bir rahatlık hissi aynı zamanda. Zamanın zamanım olmadığı zamanlarda. Saatim yok acelem yok. Zincirlerden kurtulmak görünmeyen prangalardan çözülmek ya da sırtıma geçirilmiş kementin dişlerinin gevşemesi gibi. Pek bir benzetme bulamıyorum, hatta şu sırada aklımın dokunduğu klavye tuşlarında şunu düşünüyorum benzetme yapma o zaman. Benzetme yapmadığım zaman işte tam bu zaman. Benzetmiyorum hiçbir şeyi hiçbir şeye hiçbir zaman.

Umudun sınırlarını bazen algılayabilmek hatta dokunabilmek isterdim en son umduğum bumudur. Umut ettiğim bumuydu. Yoksa Umut Umulmadık mıdır?

Ufak ufak notlar halinde okuyanı pek te yormadan bir fırtınaya sürükleme çabasıdır. Ben ne kadar mücadeledeysem o fırtınayla siz de en az o kadar o fırtınada. Bu arada fırtınadan sonra kalanlarla yaşayın yaşanılacaksa.

Hayatın karşıma bir romana konu olacak derecede her defasında dozajı yükseltilmiş farklı zorluk seviyelerini ve enteresan yaşanılmış zannedilen hayatları kıyıma getirmesinden sonsuz bir hoşnutluk hissiyle uyanıyorum bazı günlerime. Bu kadar çok hem gelip hem de o hızla algılayamayacağım derecede gitmelerim olmasaydı. Bu kadar zor olmasaydı belki hayat. Hep o kuru o kurak yollarda yaşadığını zannederek yaşamak Hali bana reva görülseydi ne yapardım. Mazoşizmin uçurumunda. Ya da bir deniz ise neredeyse boğulmak üzere.

Hemen hemen bir haftaya kadar Haftada Bir 1 yaşında… Yazılacak elbette uzun uzadıya her şeyin başlangıcı (1) müsait 1 zamanda…

Başlangıcının Can’dan da Canan’dan da evvel yazıldığı, daha bedenlerin tasarım aşamasında olduğu, uygun görülüp o bir çift ruha biçilmediği zamanlarda, bebeklerin daha bebek olmadan önceki hallerinde, yani ruhlar alemin de öylesine uçuşurken çarpışmış mıydık? Bir hatırlama rahatsızlık verecek garip bir aşinalık yaşıyorum. Tam elimi atıp ta cep telefonuma düşen mesajına bakacakken tam o sırada geliyor olması gelmeden gelenleri algılama ötesindeki hissediş hali. Gelmesi itibariyle pek te ihtimali olmayan ama İşte şimdi geleceksin bunu biliyorum. Garip ki bunu bilme ihtimali. Ve biliş halinin oluşma haleti. Zaman’ın hükmü yok Yar. Bunu da sende ve içimde yok olmayan ateşte öğrenmişim. Ben doğmadan sana aşıkmışım. Ben ölürken uğruna ah edecekmişim. Böyle söyleyip bana bir sır verdiler Münker’ler Nekir’ler.

23 Ekim Cuma diğer bir deyişle Yusuf İle Züleyha :

Kuyu Zindan Züleyha…

Ağır bir nöbeti atlatan hastaya sabah ne demekse, ne demekse zindanın yüzyıllık mahkumuna bir mesnevi derinliğinden kopa gelen kan rengi bir gül buketi, bir vapur çığlığı, bir martı sesi, bir gelincik demeti,

Ne hissetiyse Alaaddin’in cini lambanın oluğundan süzülerek sessizce, aydınlığa ilk kez çıktığında, Süleyman’ın küpünde binlerce yıl tutsak kalan ruh, mühürler kırılıp da kurtulduğunda, Yüz yıl uyuyan güzel yüzlerce yıllık uykusundan uyandığında ne duyduysa, Üç yüz dokuz yıllık uykudan gözlerini ilk açtıkları anda ne hissettiyse yedi uyurlar, ceplerindeki akçeler geçer olmasa da.

Sufi Kaf u Nun hatırladığında,Unutkan kalp ezel tanışıyla karşılaşıp da, o şimşek parıltısı anın hatırası içinde uyandığında hissettiği ne ise,

Mevlana kuyumcu Selahaddin’in çekiç darbelerini işitip de içindeki akışla dışında dönen akışın aynı olduğu zamanlar sema başladığında,

Mecnun Leyla’nın gözüne bakıp da gördüğü her ne ise, bir ceylan kılavuzluğunda kendisini çöle attığında,

İbrahim Edhem, avlamayı niyet ettiği ceylana avlandığında ne duyduysa,
Ferhad son külünk darbesini vurup da dağa, suyu bulduğunda, ne ise hissettikleri.

O’nu hissetti Yakup Yusuf’un kokusu ruhuna değdiğinde. Züleyha’nın gözleri O’nu hissetti. Böyle yazıyor yazıcı eşsiz kitap ta eşsiz kitabı eşsiz kitap yapan eşsiz aşk ta eşikteki sonsuz acıların bağrında bulunan aşkta…

Dönüp ne yazdın deseniz tek cevabım var ben de bilmiyorum Düşe Yazdım Düş yazdım. Eteklerimden dökülüyor düşler. Ha Düştüm ha Düşecem. Henüz düşmeden ve en azından henüz düşmemek için Yaradan’dan O’nun sonsuz fersahtaki sabır kesesinden dilenmeye koyulmuşken. Eğilip toplaması bana kalsın siz bu düş kırıntılarıyla önümüzdeki haftaya kadar idare edin…

Biterken çalıyor - kulaklıklarımdan son ses süzülüyor yüreğimi ezerek - Saçlarından bir tel aldım Haberin var mı Yar Yar. Ben gönlümü sana verdim Haberin var mı Yar Yar. Gözden uzak dilden ırak ben seni sevmişim eyvah haberin Var mı Yar Yar…


Haftaya İnşaAllah görüşmek üzere. Bir dua dilencisi olarak kapınızda beklemekte

Selametle….


Ali 2oo9

1 Comment